Yönetmen: Erden Kral, Senaryo: Erden Kral,
Kenan Ormanlar, Elie Schellerer, Görüntü
Yönetmeni: Kenan Ormanlar, Müzik: Timur Selçuk, Yönetmen Yardımcısı: Güliz Kucur,
Sreadycam Operatörü: Ercan Yılmaz,
Yapım: Türk (Kentel/Erden Kral, Kenan Ormanlar) Alman / Yunan Ortak
yapımı. (Eurimages, TRT ve Kültür Bakanlığının katkılarıyla).
Oyuncular:
Can Togay, Özay Fecht, Ayşe Romey, Hanna Schygulla, Tattian Papamaoushou, Halil
Ergün, Ali Sürmeli, Menderes Samancılar, Kürşat Alnıaçık, Mevlüt Demiryay, Can
Kolukısa, Altan Erkekli, Cezmi Baskın, Meltem Savcı, Sabriye Kara, Mehmet
Çepiç, İlhan Kilimci, Levent Ülgen, Suavi Eren, Fatih Özses, Ali Düşenkalkar,
Ali Çakalgöz
Konu: Yıl 1925. Cevat Şakir'in
Resimli Ay dergisinde, asker kaçaklarının soruşturma yapılmadan idama mahkûm
edilmelerine karşı çıkan bir yazısı yayınlanır. Cevat Şaakir ve derginin yazı
işleri müdürü Zekeriya Sertel tutuklanıp Ankara istiklal Mahkemesi'nde yargılanırlar.
Cezaları üç yıllık sürgündür. Cevat Şakir, Bodrum'a, Zekeriya Sertel ise
Sinop'a gönderilir. Ankara'dan Bodrum'a tutuklu olarak bir buçuk ayda giden
yazar, bu tren yolculuğu boyunca ilginç olaylar yaşar. Ve geçmişiyle de
hesaplaşan Cevat Şakir, trende ona annesini hatırlatan bir kadınla, gezginci
bir tiyatro topluluğunun baş oyuncusu Marie'yle tanışır. Daha sonra Bodrum'da
tanıdığı köylü kızı Hatice'yle evlenir. Sürgün yaşamı büyük bir mutlulukla
sürüp gider.
ÖDÜL:
% 30. Antalya Altın Portakal Film
FestivaIi'nde (1993)
S "En İyi Film" ve "En
iyi Yönetmen"
(Jüri Üyeleri: Orhan Aksoy, Tunç Başaran, Hülya Koçyiğit,
Engin Cezzar, Atilla Dorsay, Nedim Otyam, Müfit Kayacan, Prof. Dr. Oğuz Onaran,
Doç.Dr. Naci Güçhan)
% 6. Uluslararası Ankara Film Festivali'nde (1994)
S Can Tolgay "En İyi Erkek
Oyuncu",
S Timur Selçuk "En İyi Özgün
Müzik"
S Kenan Ormanlar "En İyi Görüntü
Yönetmeni
% 13. Uluslararası Istanbul Film
Festivali'nde (1994)
S Mavi Sürgün "AItınLale
Ödülü",
% SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde
(1994)
S "En Iyi Film", "En
İyi Yönetmen",
S Can Tolgay "En İyi Erkek
Oyuncu"
S Özay Fecht "En İyi Kadın
Oyuncu",
S Kenan Ormanlar "En İyi Görüntü
Yönetmeni
S Timur Selçuk "En İyi Özgün
Müzik"
(Jüri Üyeleri: Atilla Dorsay, Agah Özgüç, Sungu Çapan, Turan
Aksoy, Sevin Okyay. Ali Ulvi Uyanık, Kâmil Suveren, Coşkun Çokyiğit, Hayri
Caner, Sadi Çiiingir, Saim Yavuz, Mehmet Açar, Tunca Arslan, Necati Sönmez,
Uğur Vardan. Murat Özer, Gülenay Börekçi, Hülya Arslanbay, Uygar Şirin, Rekin
Teksoy, Cumhur Canbazoğlu)
% 8. Adana Film Festivali'nde (1994)
S Mavi Sürgün "En İyi 3.
Film"
S Yüreğir Belediyesi Özel Ödülü.
S Timur Selçu "En İyi Özgün
Müzik Ödülü",
%
Kültür Bakanlığı (1994)
S
"Sinema Başaarı Ödüıü",
% Çasod (Çağdaş Sinema Oyuncuları
Derneği) seçiminde (1994)
SCan Togay "En İyi Erkek
Oyuncu".
& Erden Kıral'ın temaları ve anlatım özellikleri açısından artık
sinemamızın sayılı auteur'leri arasında olduğuna kuşku yok. Kıral, Halikarnas
Balıkçısı'nın Mavi Sürgün adlı özyaşamsal romanında, kendi temalarını bulmuş
sanki: Fiziksel bir yer değiştirmeyle koşut bir iç yolculuk, yabancı ve aykırı
bir çevrede kimlik arayışı, ilkel davranışlar ardında belki de asıl
"uygarlık" olan bir yaşam biçimi ...
Osmanlı'nın son yıllarında tam bir
aristokrat olarak yetişen, yüzyılın en büyük dönüşümlerinden biri önünde kendi
kişisel öyküsünü ya şayan, annesine aşırı tutkusu ile babasına inanılmaz
nefreti arasında bölünmüş ve sonunda "baba katili" olmaya dek gitmiş
bir sorunlu kişilik Cevat Şakir... "Cumhuriyet düşmanı" buulunan bir
yazısından sonra yargılanıp sürgüne mahkûm edilmiş ve nazlı bir gül gibi
yetiştiği İstanbul ortamından kopartılıp kendi halinde bir Ege kıyı kasabasına
gönderilmiş ... Orada doğasıyla, insanıyla, arkeolojisiyle, tarihiyle gerçek
Ege'yi keşfetmiş. Kendisini doğaya ve denize adamış sade insan yaşamları nın özünü kavramış ... Ve bu daha basit, daha yalın, daha
"ilkel" olanı benimseyerek kendini aşmayı, kendini yüceltmeyi,
"süblimasyon"a erişmeyi denemiş ...
Film, Cevat Şakir'in bir zamanlar
girdiği bir tarikattaki "çile"sinden bir görüntüyle açılıyor. Ve
benzer bir görüntüyle kapanıyor. Balıkçı, öykünün sonunda artık
"çile"nin sonuna gelmiş, kişiliğini değiştirmiş ve dönüştürmüştür.
Aradaki tüm olup bitenler ise, bunun öyküsüdür.
Erden Kıral, bu öyküyü bir ölçüde
serbest biiçimde uyarlarken, en uygun sinemasal karşılıklarla görselleştirmeyi
başarıyor. İstiklal mahkemelerinin ortalığa saldığı korku, yıllardır süren
savaşlardan yorgun, bezgin bir halk, radikal değişimlerin kaçınılmaz
sancıları... Tüm bunlar, ekonomik, ama özlü sahnelerle ustaca veriliyor. Odak
noktasında, öğrenmeye açık meraklı kişiliğiyle genç Cevat Şakir duruyor. Itır
çiçeğinin özelliklerini öğrenirken, jandarmaların gerçek halk çocuğu yüzlerini
keşfederken veya trendeki kumpanyanın geçkin Levanten oyuncusunda, annesine
onca benzemesine karşın (belki de onca benzediği için) geçici bir sevdanın
lezzetini bulurken, onu da gerçek ve ilginç kişiliğiyle tanıyoruz.
Ancak ikinci yarıda işler biraz bozuluyor.
Çünkü bu bölümde, Türk toplumunun çağdaş nostaljilerinden birini oluşturan
Bodrum söz konusudur. Cevat Şakir, kendi kendisini Ege uygarlıklarının iz
sürücüsü ve bu uygarlıkların devam çizgisinin amansız avcısı Halikarnas
Balıkçısı'na dönüştürürken sürgün yeri
Halikarnas'ı da Türk aydınının Ege uygarlıklarını ve Ege usulü yaşamı
keşfedeceği "tatil kenti" Bodrum'a dönüştürecektir. Ve Türk aydını,
bu filmde, elbette ki bu serüvenin en azından teemellerinin atılmasını görmek
isteyecektir.
İşte fılmde bu dönüşüm yok... Veya
çok çabuk geçiştiriliyor. Balıkçı'nın Bodrum'la ve oranın insanıyla tüm
ilişkisi, neredeyse yalnızca Emine ve Hatice'yle ilişkilerine indirgeniiyor:
Balıkçı, "veresiye Emine"yi, tüm düşkünlüğü içinde insan olarak kabul
ediyor, ona yardım etmeye çalışıyor. Hatice'yi, bu temiz, saf ve güzel köylü
kızını ise eş olarak seçiyor. Bu ilişkiler, incelikle, oya gibi verilmiş. Ama
seyircide Bodrum'un oluşumuna değin merakı tam olarak doyurmuyor.
Yine de sonuç olarak Mavi Sürgün,
Türk siinemasının son yıllardaki en başarılı filmlerinden biri... Erden
Kıral'ın görüntülere egemenliği, psikolojik bir filmle bir "dönem
filmi"ni, bir tür "destan" tarzını belli bir bireşime
ulaştırmadaki başarısı açık. Orhan Oğuz'un görüntüleri ve Timur Selçuk'un, yer
yer Vivaldi esintileri taşısa da, kendi başına bir müzik olayı sayılması
gereken ve filme müthiş katkıda bulunan çalışması, son derece usta işi. Ve de,
kuşkusuz, oyuncular. Tüm roller, küçüğünden büyüğüne çok iyi seçilmiş, oynanmış
ve yönetilmiş. Ama özellikle Can Togay'ın görkemli Cevat Şakir
kompozisyonundan, Almanya'da yaşayan Türk oyuncular Ozay Fecht ve Ayşe Romey'in
oyunlarından söz etmek gerekir. “[1]”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder