Translate

10 Nisan 2020 Cuma

BİZE NASIL KIYDINIZ (1994) Emine Şenlikoğlu


 “Dini Film” Yönetmen: Metin Çamurcu, Senaryo: Salih Tuna, Metin Çamurcu, Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Müzik: Özhan Eren, Kurgu: Mevlut Koçak, Yapım: Esra Film, Yapımcı: Hüseyin Türkyıldırır

Oyuncular: Yalçın Dümer, Sinem Dinçay, Nezihe Becerikli, Dilaver Uyanık, Fatma Belgen, Kâzım Eryüksel, Bilal Yı­kılmaz, Baki Tamer, Yusuf Ersin, Muzaf­fer Çetin, Hasan Nail Canat, Kemal İnci, Ekrem Dümer

Konu:  Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşun­dan bir süre sonra, genç bir öğretmen yeni uygulamalar karşısında haksızlığa uğrar. Hapse girmesinin nedeni inandığı islam'ı değerlerdir. Bu arada öğretmen, talebele­rinden bir kızla dostluk ilişkisi içindedir kız, yıllar önce babasının işlediği günah nedeniyle büyük bir acıyı yaşamaktadır. Ve sonunda genç kız inançlarına sığınarak öz benliğine kavuşur.

&  Filmin başında geriye dönüşle verilen sekansta, tartışmalı olan idam sahnesinin (ki mezarın açılıp teşhisin yapıldığı ana kadar gerçek olduğu, bildirilmektedir) yeraldığı tepedeki ağaç görüntüsü, film için güçlü sembollerden birine işaret eder. Ağaçta asılı duran cesetle mezar ilişkisini toparladığımızda, hüküm için oraya gelmiş bulunan insan kalabalığının bir anda sili­nin sadece asılmış insan görüntüsü, sem­bolik katmanlardan birini teşkil eder. He­men akabinde, yazıların üstüne bmen şiir­de geçen 'yaşam ağacı' mefhumu, mitolo­jik "söylemdeki "hayat ağacı"nı çağrıştırır ve ağacın hem gerçek hem de arketipel niteliği üzerine ifadelendirmeler uyandırır. (İhsan Kabil, Zaman g., 4 Aralık 1994) “[1]

& Filmde; Erzincan İstiklâl Mahkemesi'nin Kemahlı Hoca Hacı İbrahim Efendi'yi idama mahkûm ettiği ve kısa bir süre önce ölerek gömülen bu zatın mezardan çıkarılarak kefeniyle asıldığı hikâye edili­yordu. Olay başından sonuna kadar yalan­dı. Zaten o günlerde İstiklal Mahkemeleri'yle ilgili müthiş bir yalan ve iftira kam­panyası açılmıştı. Bu konuda en ayrıntılı biçimde araştırmalar yapan ve yayımlayan sevgili Ergun Aybars'ın bulgularına daya­narak, bu kampanyayı etkisiz hale getir­meye çalışmıştık... Hoca İbrahim Efendi'rıin evlatları babalarına yapılan bu bü­yük saygısızlığı affetmemişler ve filmi çe­ken Esra Film İletişim AŞ.'yi mahkemeye vermişler. Ellerine sağlık. Babalarının Cumhuriyet'e ve Atatürk ilkelerine bağlı bir insan olduğunu ve eceliyle ölerek gö­müldüğünü ve herhangi bir biçimde meza­rının açılarak yeniden asılması iddiasının küçük düşürücü bir yalan olduğunu vurgu­layarak manevi tazminat talep etmişler. (Toktamış Ateş, "Arayış-Bize Nasıl Kıydı­nız?", Cumhuriyet g., 19 Nisan 1997)

&  "Bize  Nasıl Kıydınız" ve gösterimi yasaklanan "Tehlikeli (!) Film"ler üzerine :

1990-95 arası... Uzun uzun CHP'li koalisyon­lar... Kültür Bakanlığında Fikri Sağlar var. An­ti Kemalist dinci yapılanma bütün hışmıyla sü­rüyor. Kurulup kapanıp duran ve Erbakan'ın yö­nettiği çeşitli partiler muhalefette güçlendikçe güçleniyor... İran'ın, Libya'nın desteğiyle, Hiz­bullah benzeri cani örgütlenmelerin filizlenme­si için tarlayı sürüyor, tırmıklıyor, hazırlıyor. İmam-Hatip okulları da tohumları atıyor...

Tohumlardan bazıları sinema alanına da düş­müş. Çeşitli "ustalık" seviyesinde yönetmenler, Kemalizm karşıtı, laisizm karşıtı çeşitli filmler çekiyorlar. Yücel Çakmaklı 1980'Ierde TRT'ye sızmış, Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa"sını dizi yapmış..."Atatürkçü(!)" 12 Eylül dönemi de bu filmi nedense (!) yasaklamamış...

Yine 80'li yıllarda Mesut Uçakan, Metin Ça­murcu TRT televizyonundan geçerek sinema alanına girmiş, ürünlerini ortaya salıyor. 90 sonrası ortam daha da uygun... Mesut Uçakan "İskilipli Atıf Hoca (Kelebekler Sonsuza Uçar)" (1993) filmini çekiyor.

1993-1996 arasında, Kültür Bakanlığı Telif hakları ve Sinema Genel Müdür Yardımcılığı yaptığım sırada, 1995 olmalı; Genel Müdür İh­san Yüceözsoy, Metin Çamurcu'nun "Bize Na­sıl Kıydınız" adlı filmini izlememi, edindiğim bilgileri ve düşüncelerimi rapor etmemi istiyor. "Bize Nasıl Kıydınız" alt kuruldan geçmemiş. Anti Kemalist ve anti laik propaganda nede­niyle kararı Üst Kurul'a bırakmışlar. Milli Eği­tim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür Ba­kanlığı temsilcilerinden oluşan Üst Kurul top­lanacak karar verecek. Bakan bu arada filme ilişkin bilgi istiyor. Fikri Sağlar Bakan oldu­ğundan bu yana Film Denetleme Kurulu hiçbir filmi yasaklamamıştı, bu demokrat görünüme zarar gelmesinden endişeleniyor olmalı.

"Bize Nasıl Kıydınız"ı uzun sürede dura kalka izledim. Jenerik öncesi görüntüler, çarpıcılığın­dan olmalı, İstiklal Mahkemesi kararıyla, ida­mından önce hastalıktan ölen Mevlevi şeyhi­nin mezardan çıkarılması ve cesedinin karar gereği yeniden yakındaki ağaca asılması ile baş­lıyor, arkasından Mustafa Kemal'in adı anılma­dan Kurtuluş savaşı sonrası Kemalist Türki­ye'de Müslümanların çektikleri acı(!) adım adım anlatılıyor. Bugün ayrıntısıyla anımsamı­yorum ama özellikle filmin bir bölümünde yaş­lı insanların, biri kız, biri erkek iki çocuğa gece yarısından sonraki saatlerde Kur'an ezberlettik­leri götüntüyü unutmadım... Çocuklar, yor­gunluktan uykuya dalıyor, büyükler bir yandan ağlıyor, bir yandan onları uyandırarak ezberlet­meyi sürdürüyorlar. Konuşmalardan anlaşılıyor ki, Müslümanların Kur'an'ı resmi bir emirle yaktırılıyor, insanlar da onu kurtarmak, gelecek nesillere aktarmak için telaşa düşmüşler, eziyet olduğuna bakmadan küçük çocuklarına ezber­letmeye çalışıyorlar.

Şeyhin mezardan çıkarılıp asıldığının doğru ol­madığı şeyhin torunları tarafından gazetelere açıklandı. Kur'anın ezberletilmesine de gerek yoktu, çünkü bir yandan bu din kitabının varlı­ğı yalnız Türkiye'ye bağlı değildi, başka Müslü­man devletlerde de sayısız baskısı vardı, öte yandan geleneksel olarak, bütün dünyada Müs­lüman hafızlar tarafından ezberleniyordu ve ge­leceğe onların kafalarından aktarılabilirdi. Da­hası, Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir dönemin­de Kur'an yakılması gibi bir olay olmamıştı.

Yani ne İstiklal Mahkemelerinde idam kararı verilmiş bir Mevlevi şeyhinin mezardan çıka­rılması, bu karara dayanarak ve yeniden asıl­ması söz konusuydu, ne de Kur'anlar yaktırıl­dığı için ezberlenerek gelecek kuşaklara kal­masına çaba gösterilmesi olanaklıydı. Kitap ezberleme öğesi, François Truffaut'nun Fahranheit 45'inden aynen alınmış, buraya yapıştınlmıştı. Oysa Truffaut'un filminde ko­şullar bambaşkaydı.

Bunları ve daha başkalarını içeren raporu ha­zırladım. Anti Kemalist ve anti laik bölümleri­ne dikkat çektim. Sonuç bölümünde filmi ya­saklamasının doğru olmayacağını, yasaklandığı takdirde filmin kült (tapınma) aracı haline ge­tirilebileceği tehlikesinden söz ettim. Ayrıca mahkeme kararıyla kazanma olasılığının göz önünde bulundurulması gerektiğini, bu durum­da çok daha yaygın olarak izleneceğini, kazana­masa bile video ile el altından izlenme oranı­nın çok yükseğe tırmanabileceğini ve yıllar içinde eskimemesi için bir propaganda aracı kazanmış olacağını anlattım. Umarım yasak­lanmazdı, ancak bu durumda Kültür Bakanlığı­nın demokrat görüntüsü bozulmayacaktı. Eğer Kemalizm'in ve Laisizmin yara almaması isteni­yorsa, Kültür Bakanlığı destek vermesi uygun proje ölçütlerinin arasına bunları da koymalı, destek politikaları çizmeli, uygulamalıydı. Böy­lece demokrasiye aykırı bir yanı olmazdı.

Bu arada daha önceki deneyimlerine dayana­rak, filmin yasaklanacağından emin olan ya­pımcılar, öykünün yazarı Emine Şenlikoğlu, kararı beklemeye dayanamamış, tanıtıma giriş­mişlerdi ve filmi "yasaklanan film" olarak sunuyorlardı.

Sonunda Üst Kurul doğru kararı verdi, "Bize Nasıl Kıydınız" yasaklanmadı. Yapımcıların seyirci artırmak için yaptığı tanıtım ve propaganda boşa gitti. Film, el altından izlenen ve herkesin izlemeye can attığı yasak bir film olamadı. İsteyen sinema önlerinde afişlerine ve fotoğraflarına bakarak gitti, izledi. Bütün yük­lenmelere karşın piyasada yanlış anımsamıyor­sam 400 000 kadar izleyici buldu ve Türk Sinemasının düşük düzeyli, kaba propaganda filmlerinden biri olarak unutuldu gitti.

Demokrasi inananlarıyla var olan bir dogma değildir, yaşanırsa var olur. Suyu kesilmiş eski değirmeni durdurmak için özel çaba gerekmez. Yasaklamak gibi demokrasi dışı yöntemler kul­lanılmaz. Demokrasi, yaşanarak var edildiğin­de zamanın gücünü arkasına alır, taşıma suyla döndürmeye çalışanları doğal akış içinde ken­diliğinden durdurur.

Bugün bile inançlarımızla yaşamalarımız arasındaki ayırımın ayırdında  mıyız? Ne dersiniz? (Ömer Tuncer  Antrakt sinema  Dergisi” Ekim 2003 Sayı 73)


[1] Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder