“Dini Film” Yönetmen: Metin Çamurcu, Senaryo: Salih Tuna, Metin
Çamurcu, Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya
Ülkenciler, Müzik: Özhan Eren, Kurgu: Mevlut Koçak, Yapım: Esra Film, Yapımcı:
Hüseyin Türkyıldırır
Oyuncular: Yalçın Dümer, Sinem Dinçay, Nezihe Becerikli, Dilaver Uyanık, Fatma Belgen, Kâzım Eryüksel, Bilal Yıkılmaz, Baki Tamer, Yusuf Ersin, Muzaffer Çetin, Hasan Nail Canat, Kemal İnci, Ekrem Dümer
Konu:
Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşundan bir süre sonra, genç bir öğretmen
yeni uygulamalar karşısında haksızlığa uğrar. Hapse girmesinin nedeni inandığı
islam'ı değerlerdir. Bu arada öğretmen, talebelerinden bir kızla dostluk
ilişkisi içindedir kız, yıllar önce babasının işlediği günah nedeniyle büyük bir
acıyı yaşamaktadır. Ve sonunda genç kız inançlarına sığınarak öz benliğine
kavuşur.
& Filmin
başında geriye dönüşle verilen sekansta, tartışmalı olan idam sahnesinin (ki
mezarın açılıp teşhisin yapıldığı ana kadar gerçek
olduğu, bildirilmektedir) yeraldığı tepedeki ağaç görüntüsü, film için güçlü
sembollerden birine işaret eder. Ağaçta asılı duran cesetle mezar ilişkisini
toparladığımızda, hüküm için oraya gelmiş bulunan insan kalabalığının bir anda
silinin sadece asılmış insan görüntüsü, sembolik katmanlardan birini teşkil
eder. Hemen akabinde, yazıların üstüne bmen şiirde geçen 'yaşam ağacı'
mefhumu, mitolojik "söylemdeki "hayat ağacı"nı çağrıştırır ve
ağacın hem gerçek hem de arketipel niteliği üzerine ifadelendirmeler uyandırır.
(İhsan Kabil, Zaman g., 4 Aralık 1994)
“[1]”
& Filmde; Erzincan
İstiklâl Mahkemesi'nin Kemahlı Hoca Hacı İbrahim Efendi'yi idama mahkûm ettiği
ve kısa bir süre önce ölerek gömülen bu zatın mezardan çıkarılarak kefeniyle
asıldığı hikâye ediliyordu. Olay başından sonuna kadar yalandı. Zaten o
günlerde İstiklal Mahkemeleri'yle ilgili müthiş bir yalan ve iftira kampanyası
açılmıştı. Bu konuda en ayrıntılı biçimde araştırmalar yapan ve yayımlayan
sevgili Ergun Aybars'ın bulgularına dayanarak, bu kampanyayı etkisiz hale getirmeye
çalışmıştık... Hoca İbrahim Efendi'rıin evlatları babalarına yapılan bu büyük
saygısızlığı affetmemişler ve filmi çeken Esra Film İletişim AŞ.'yi mahkemeye
vermişler. Ellerine sağlık. Babalarının Cumhuriyet'e ve Atatürk ilkelerine
bağlı bir insan olduğunu ve eceliyle ölerek gömüldüğünü ve herhangi bir biçimde
mezarının açılarak yeniden asılması iddiasının küçük düşürücü bir yalan
olduğunu vurgulayarak manevi tazminat talep etmişler. (Toktamış Ateş,
"Arayış-Bize Nasıl Kıydınız?", Cumhuriyet g., 19 Nisan 1997)
& "Bize Nasıl Kıydınız" ve gösterimi yasaklanan "Tehlikeli
(!) Film"ler üzerine :
1990-95 arası... Uzun uzun CHP'li
koalisyonlar... Kültür Bakanlığında Fikri Sağlar var. Anti Kemalist dinci
yapılanma bütün hışmıyla sürüyor. Kurulup kapanıp duran ve Erbakan'ın yönettiği
çeşitli partiler muhalefette güçlendikçe güçleniyor... İran'ın, Libya'nın
desteğiyle, Hizbullah benzeri cani örgütlenmelerin filizlenmesi için tarlayı
sürüyor, tırmıklıyor, hazırlıyor. İmam-Hatip okulları da tohumları atıyor...
Tohumlardan bazıları sinema alanına
da düşmüş. Çeşitli "ustalık" seviyesinde yönetmenler, Kemalizm
karşıtı, laisizm karşıtı çeşitli filmler çekiyorlar. Yücel Çakmaklı 1980'Ierde
TRT'ye sızmış, Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa"sını dizi yapmış..."Atatürkçü(!)"
12 Eylül dönemi de bu filmi nedense (!) yasaklamamış...
Yine 80'li yıllarda Mesut Uçakan,
Metin Çamurcu TRT televizyonundan geçerek sinema alanına girmiş, ürünlerini
ortaya salıyor. 90 sonrası ortam daha da uygun... Mesut Uçakan "İskilipli
Atıf Hoca (Kelebekler Sonsuza Uçar)" (1993) filmini çekiyor.
1993-1996 arasında, Kültür Bakanlığı
Telif hakları ve Sinema Genel Müdür Yardımcılığı yaptığım sırada, 1995 olmalı;
Genel Müdür İhsan Yüceözsoy, Metin Çamurcu'nun "Bize Nasıl
Kıydınız" adlı filmini izlememi, edindiğim bilgileri ve düşüncelerimi rapor
etmemi istiyor. "Bize Nasıl Kıydınız" alt kuruldan geçmemiş. Anti
Kemalist ve anti laik propaganda nedeniyle kararı Üst Kurul'a bırakmışlar.
Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı temsilcilerinden
oluşan Üst Kurul toplanacak karar verecek. Bakan bu arada filme ilişkin bilgi
istiyor. Fikri Sağlar Bakan olduğundan bu yana Film Denetleme Kurulu hiçbir
filmi yasaklamamıştı, bu demokrat görünüme zarar gelmesinden endişeleniyor
olmalı.
"Bize Nasıl Kıydınız"ı
uzun sürede dura kalka izledim. Jenerik öncesi görüntüler, çarpıcılığından
olmalı, İstiklal Mahkemesi kararıyla, idamından önce hastalıktan ölen Mevlevi
şeyhinin mezardan çıkarılması ve cesedinin karar gereği yeniden yakındaki
ağaca asılması ile başlıyor, arkasından Mustafa Kemal'in adı anılmadan
Kurtuluş savaşı sonrası Kemalist Türkiye'de Müslümanların çektikleri acı(!)
adım adım anlatılıyor. Bugün ayrıntısıyla anımsamıyorum ama özellikle filmin
bir bölümünde yaşlı insanların, biri kız, biri erkek iki çocuğa gece yarısından
sonraki saatlerde Kur'an ezberlettikleri götüntüyü unutmadım... Çocuklar, yorgunluktan
uykuya dalıyor, büyükler bir yandan ağlıyor, bir yandan onları uyandırarak
ezberletmeyi sürdürüyorlar. Konuşmalardan anlaşılıyor ki, Müslümanların
Kur'an'ı resmi bir emirle yaktırılıyor, insanlar da onu kurtarmak, gelecek
nesillere aktarmak için telaşa düşmüşler, eziyet olduğuna bakmadan küçük
çocuklarına ezberletmeye çalışıyorlar.
Şeyhin mezardan çıkarılıp asıldığının
doğru olmadığı şeyhin torunları tarafından gazetelere açıklandı. Kur'anın
ezberletilmesine de gerek yoktu, çünkü bir yandan bu din kitabının varlığı
yalnız Türkiye'ye bağlı değildi, başka Müslüman devletlerde de sayısız baskısı
vardı, öte yandan geleneksel olarak, bütün dünyada Müslüman hafızlar tarafından
ezberleniyordu ve geleceğe onların kafalarından aktarılabilirdi. Dahası,
Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir döneminde Kur'an yakılması gibi bir olay
olmamıştı.
Yani ne İstiklal Mahkemelerinde idam
kararı verilmiş bir Mevlevi şeyhinin mezardan çıkarılması, bu karara dayanarak
ve yeniden asılması söz konusuydu, ne de Kur'anlar yaktırıldığı için
ezberlenerek gelecek kuşaklara kalmasına çaba gösterilmesi olanaklıydı. Kitap
ezberleme öğesi, François Truffaut'nun Fahranheit 45'inden aynen alınmış, buraya
yapıştınlmıştı. Oysa Truffaut'un filminde koşullar bambaşkaydı.
Bunları ve daha başkalarını içeren
raporu hazırladım. Anti Kemalist ve anti laik bölümlerine dikkat çektim.
Sonuç bölümünde filmi yasaklamasının doğru olmayacağını, yasaklandığı takdirde
filmin kült (tapınma) aracı haline getirilebileceği tehlikesinden söz ettim.
Ayrıca mahkeme kararıyla kazanma olasılığının göz önünde bulundurulması
gerektiğini, bu durumda çok daha yaygın olarak izleneceğini, kazanamasa bile
video ile el altından izlenme oranının çok yükseğe tırmanabileceğini ve yıllar
içinde eskimemesi için bir propaganda aracı kazanmış olacağını anlattım. Umarım
yasaklanmazdı, ancak bu durumda Kültür Bakanlığının demokrat görüntüsü
bozulmayacaktı. Eğer Kemalizm'in ve Laisizmin yara almaması isteniyorsa,
Kültür Bakanlığı destek vermesi uygun proje ölçütlerinin arasına bunları da
koymalı, destek politikaları çizmeli, uygulamalıydı. Böylece demokrasiye
aykırı bir yanı olmazdı.
Bu arada daha önceki deneyimlerine
dayanarak, filmin yasaklanacağından emin olan yapımcılar, öykünün yazarı
Emine Şenlikoğlu, kararı beklemeye dayanamamış, tanıtıma girişmişlerdi ve
filmi "yasaklanan film" olarak sunuyorlardı.
Sonunda Üst Kurul doğru kararı
verdi, "Bize Nasıl Kıydınız" yasaklanmadı. Yapımcıların seyirci
artırmak için yaptığı tanıtım ve propaganda boşa gitti. Film, el altından
izlenen ve herkesin izlemeye can attığı yasak bir film olamadı. İsteyen sinema
önlerinde afişlerine ve fotoğraflarına bakarak gitti, izledi. Bütün yüklenmelere
karşın piyasada yanlış anımsamıyorsam 400 000 kadar izleyici buldu ve Türk
Sinemasının düşük düzeyli, kaba propaganda filmlerinden biri olarak unutuldu
gitti.
Demokrasi inananlarıyla var olan bir
dogma değildir, yaşanırsa var olur. Suyu kesilmiş eski değirmeni durdurmak için
özel çaba gerekmez. Yasaklamak gibi demokrasi dışı yöntemler kullanılmaz.
Demokrasi, yaşanarak var edildiğinde zamanın gücünü arkasına alır, taşıma
suyla döndürmeye çalışanları doğal akış içinde kendiliğinden durdurur.
Bugün bile inançlarımızla
yaşamalarımız arasındaki ayırımın ayırdında
mıyız? Ne dersiniz? (Ömer Tuncer Antrakt sinema Dergisi” Ekim 2003 Sayı 73)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder