Oyuncular: Hakan Balamir, Semra Özdamar, Aytaç Arman, Aliye Rona,
Hüseyin Peyda, Zülfikar Divani, İhsan Yüce, Rengin Arda,
Konu: Kara Çarşaflı Gelin’in öykülerine gelince; Kara Çarşaflı
Gelin’in Şara’nın kocası komşularından birini vurur cezaevine girer, ölenin
kanı hala topraktadır, bunun için karşı taraftan kan alınması gerekmektedir ve
Şaranın on üç yaşında ki kızı Genzum
(Semra Özdamar) kan bedeli olarak karşı tarafa verilecektir. Genzum kendisini
kimin alacağını sorar düğünsüz, derneksiz, çeyizsiz verilecek Genzum’u ya
karşı ailenin oğullarından biri
alacaktır ya da satılacaktır. Genzum ertesi sabah nenesinin kara çarşafını
giyerek, babasının kanlılarının evine gelin gider. Sınır dışından köyüne dönen
kaçakçı Şahan, çalışıp kazandığı paraları altına çevirmiştir. Çocuklarının
özlemiştir. Sınırda mayına basar, bir bacağı kopmuştur, kesesindeki altınları
yutmak içın ağzına alır, jandarmalar gelip, kurşunlarlar. Ertesı gün Şahanın
ölüsü köy meydanına getirilir, köylü çevresine toplanır. fakat kimse
tanımamaktadır. Ceset tek tek köylüye gösterilip sorulur, karısı tanımadığını
söyleyerek evine kapanır, babası da', gece yarısından sonra hala köy
meydanındaki cesedin yanına yaklaşarak, altınları almak için ağzını açar. Barutçu Maho,
"Buyruk sahibi, kiraladığı adama, birini vurdurur, kiralık katil vurduğu
adamı niçin vurduğunu öğrenmek ister cevap alamaz. Cenazerle ölenin amcası
yeğeni ile bir gün önceki konuşmalarını anımsar, cenazeye kiralık katil de
katılır. Camiden sonra mezarlığa gidilir, mezar kazılınca, ölenin amcası
Nalçacı Hüseyin, kiralık katilin (Tayyar) yanına gelip, dostça ölenle aynı
boyda olduğunu mezarı ölçmek için girip
yatmasını ister, Tayyar itirazın faydasızlığını bilip girer Hüseyin’i
tabancasını çekip tetiği çektirenin kim olduğunu sorar. Can korkusu ile Tayyar, Barutçu Maho'nun
adını verir, Maho da cemaatin arasındadır.
ÖDÜL:
% 14. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde
Hüseyin Peyda, “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu”
Vedat Türkali “En İyi Senaryo”
Semra Özdamar “En İyi Kadın Oyuncu”
“Kara Çarşaflı Gelin” En İyi Film
Jüri Üyeleri: Osman Aydın,
ÖnderAydınlı, Ahmet Gönen, Selim İleri, Onat Kutlar, Özdemir Nutku, Mahmut Tali
Öngören, Kâmil Suveren, Tunca Yönder, Kamuran Yüce, Oktay Akbal
% Karlov Vary (Çekoslavakya) Film Şenliği’nde 1978
Sendikalar Birliği “Özel
Ödülü”
"Kara Çarşaflı
Gelin"de Vedat Türkali, Bekir Yıldız'ın üç ayrı öyküsünü bir araya
getirerek senaryolaştırmış. Öykülerin her biri, Bekir Yıldız'a özgü bir
vuruculuk taşıyor. Birinde ana tema, babasının işlediği bir cinayetin "Kan
bedeli" olarak öldürülen kişinin ailesine verilen çocuk yaşta bir kızın
öyküsü... Diğerinde Doğu'da kaçakçılık yaparken vurulan bir genç adamın,
yaşamıyla ödediği bu işin bedeli olan bir altını dişlerinin arasına saklaması
ve kız kardeşinin, gece karanlığında, ölünün ağzını açıp altını almaya çalışması
.. Diğeri ise Mahmut ağanın, çıkarlarına karşı düşen kişileri kiralık
katillerine öldürtmesi ve öldürülen bir köy delikanlısının kardeşinin katili, ağabeyinin mezarına sokarak gerçek
suçluyu öğrenmesi...
Bekir Yıldız öykücülüğü, bağrında kuşkusuz yüklü bir insan dramı
malzemesi taşıyor. Ne var ki bu öyküler, başka bir yazıda da belirttiğimiz
gibi, sinema için gerekli yoğunluğu ve ayrıntı zenginliğini içermiyorlar; Bu
açıdan Bekir Yıldız'dan yola çıkarak sinema yapmak isteyen senaryocu ve yönetmene
büyük iş düşüyor. Vedat Türkali, "Kara Çarşaflı Gelin" senaryosunda
bu işi geniş ölçüde çözümlemiş "Bedrana"da olduğu gibi... organik bir
yapı içinde bağlamış, bir kez. Anadolu süregelen bahtsızlığının,
sömürülmüşlüğün, acısının çağdaş Türkiye'de tüm keskinliğiyle süregelen tablolarıdır
bunlar. Filmin baş kişilerinin her
birinin dramı diğerine bağlıdır, bunların tümü ise tekilliklerini aşıp
kapitalizm öncesi bu feodal düzen bozukluğunun, kokuşmuşluğunun karanlık
görünümünü oluşturmaktadırlar. Ve bu insan dramlarını baştan sona birbirine
bağlayan, filmin kadın baş kişisinin Günüşan’ın öyküsüdür. Çocuk yaşta babasını
yitiren, düşman evinde itilip kakılarak büyüyen Güllüşan, sonunda da sevdiği
genci katil olmaktan kurtarmak için elini kana bulayacak, düzen bozukluğunun
simgesi Mahmut ağayı vuracaktır.
Türkali'nin öyküleri organik biçimde birbirine bağlama yanında asıl
başarısı, bu insan dramlarının nedenini ve temelde süre giden sömürüyü de filme
fon olarak yerleştirmeyi başarması olmuştur. Bu insanları bir ölçüde
kurtaracak, sefaletlerini azaltacak olan, toprak reformudur. Cumhuriyet'in
53.yılında hala gerçekleştiremediğimiz toprak reformu. Mahmut ağa buna
karşıdır. Ama Mahmut ağaları yüreklendiren, onlara destek olanlar kimdir?
Türkali’nin senaryosu, fona bu sorunu yerleştirmekte, Mahmut ağanın Cemal ağadan,
Cemal ağanın ise bakandan nasıl destek aldığını sergilemektedir. Tüm bir
karanlık ilişkiler bütünü, tüm açıklığıyla gösterilmese de duyurulmakta,
sömürünün sürmesinde çıkarları olanlar devleti ele geçirdiğinde hiçbir şeyin değişmeyeceğini
vurgulamaktadır.
Kara Çarşaflı Gelin", gücünü gerçeklere dayanmasından alan bir
sinemanın örneğidir Süreyya Duru bunun
bilincinde olarak filmini yalın ve düz bir sinema ile anlatmıştır. Oyuncular,
biraz abartmalı bir oyun veren Aliye Rona'nın dışında sade bir oyunla bu
sinemaya katılmakta, çevre ve insanları, bu geri kalmış ülke dramına gerekli
fonu oluşturmaktadırlar. Özellike Hakan Balamir ve Semra Özdamar'ın filmin akışıyla son denli kaynaşan oyunlarını övmek
gerekir. Film, insan gerçeğine yaklaşan tüm sanat eseri gibi, gücünü ve
değerini bu gerçeğin olabilidiğince yalın biçimde yansıtılmasından almaktadır. Bu açıdan, Kara Çarşaflı
Gelin", yalnızca dürüst ve namuslu bir sinema çabası örneği olmakla
kalmaz, Türk sinemasının, giderek dünya sinemasının gerçekçi sanat alanındaki
en ilginç başarılarından biri olarak anı1mağa hak kazanır.
Peki nedir egemen çevrelerin bu filmle alıp veremedikleri? Sansür
kurulu neden bu filme böylesine takılmış, tam 3 kez reddetmiştir? Neden tosun
komandolarımız işlerini güçlerini, giderek seks filmlerini bile bir yana
bırakmış, bu filmin oynadığı sinemalara saldırılar tehditler yöneltmektedirler?
Türkiye'de bu filmin anlattığı, gösterdiği gerçeklerin var olmadığını mı
savunmaktadırlar? Aslında bu sorunun yanıtı
son denli basittir. Bunun için 2 Kasım günkü Cumhuriyet'te çıkan şu
haberi okumak yeter.
"1 Kasım 1973 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından toprak
reformu bölgesi olarak açıklanan Urfa'da 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Yasasının
18. maddesi uyarınca kamulaştırma süresi dün sona ermiştir. Yasa gereğince
toprak mülkiyet devri üzerindeki her türlü yasak, dünden itibaren kalkmış ve
Cephe Hükümeti, kamulaştırılması ve topraksız köylüye dağıtılması gereken 2
milyon 300 bin dönüm arazinin üçte ikisini kamulaştırmayarak toprak sahiplerine
bağışlamıştır."
Anlaşılıyor değil mi, "Kara Çarşaflı Gelin"lerin ve
benzerlerinin kimlerin kulağına karsuyu kaçırdığı ve kimlere uşaklık edenlerce yok edilmek
istendiği...” [1]”
& Süreyya Duru'nun 14.Antalya Film Şenliği'nde
En İyi Film ödülünü aldığı filmi "Kara çarşaflı Gelin" (1975), iki
önemli edebiyatçımızın ortak çalışmasının ürünü olan güçlü bir eser. Vedat
Türkali'nin senaryosu, Bekir Yıldız'ın üç farklı hikâyesini bir araya
getirirken, güçlü diyalogları ve itinayla kurulmuş karmaşık öykü yapısıyla
filme sağlam bir temel oluşturuyor. "Kara çarşaflı Gelin"in neredeyse
destansı sayılabilecek hikâyesi, filmin kurduğu dünyanın temel çatışma
noktalarının, beslendiği ahlaki ve toplumsal düzenin ve bu düzenin çepeçevre
sardığı insanların iç dünyasının nüvesi sayılabilecek Çarpıcı bir prologla
başlar. Pusuya düşürerek öldürdüğü adam için köyün ağasından parasını alan
köylü çekinerek şu soruyu sorar: "Ben o adamı niye öldürdüm, ağam?"
Cevap olarak susması, fazla konuşmaması, merak etmemesi konusunda telkin eder
ağa onu. Ağanın sözü kanundur. Tıpkı törenin kanun olması gibi.
Katilin çocuk yaştaki kızı, bedel olarak ölü evine gidecektir.
Artık canı ölü evine aittir. Anası ve erkek kardeşi uzaktan kara çarşaflı
Gülüşan'ın kapıdan içeri girişini içleri parçalanarak derler. Proloğun ardından
filmin yazıları akarken seyirci de en keskin haliyle bu dünyanın kurallarıyla
tanışmış olur; güçlülerle güçsüzlerin birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığı,
sınırların ihlal edilemediği, kaderin töreyle yazıldığı bir dünya ve
çaresizlik.
Süreyya Duru, arka planın verdiği hikâyeyi yıllar sonrasına
taşıyarak, çatışmanın ve çaresizliğin hüküm sürdüğü farklı düzlemleri ve düzene
meydan okuma ihtimalini film boyunca eksilmeyen bir özenle inceler. Gündelik
hayatın her alanında iç içe geçen iktidar mekanizmaları birer birer görünür
olur. Kocasını vuran adamın çocuk yaşta evine gelen kızı Gülşan'ı hor gören
Zara Ana için kini haklı olduğu kadar hakkıdır.
Gülüşan'ın alınıp satılır bir
mülk, evde durduğu sürece aileye bir yük olarak görür. Köylünün mutlak itaatini
bekleyen ağa için köyde yaptırdığı kuyu bir lütuftur; kafası kızdığında kuyuyu
yıkıp köylünün suya ulaşma yolunu güçleştirmeyi hakkı sayar. Mülkiyet,
iktidarın birincil koşuludur. Mülk sahibi olanın olmayanı ezmeyi hak gördüğü
bir düzende Zara'nın büyük oğlu Müslüm, iktidarın el değiştirebilme ihtimalini
aklına getirebilen tek kişi olur. Müslüm'ün evde ve köyde attığı adımlar
zamanla başkalarını da cesaretlendirmeye, ikna etmeye başlayacaktır. Müslüm,
anasına karşı Gülşan'ı kollar; Gülüşan'ın ağanın yanında çalışan kardeşi
Haydar'la gizlice buluşmasına göz yumar. Zara'nın vatan hizmetinden döner
dönmez evlendirmek istediği küçük oğlu Vakkas'ın Gülüşan'a gönlünü kaptırmasına
kötü gözle bakmaz; Gülüşan'ın kanlıları
olmadığını, babasının babasını vurmasında başka birilerinin payı
olduğunu savunur.
Müslüm'ün aile içindeki
hakkaniyet arayışı, toprak konusunda da kendini gösterir. Ağalık iktidarını
tehdit eden ve köylüye toprak hakkı vadeden reformdan yanadır. "Kara
çarşaflı Gelin", cumhuriyetin başlıca meselelerinden toprak reformunun,
1970'lerde en yoğun biçimiyle gündeme geldiği Ecevit döneminde bile, nasıl bir
çıkar çatışmasına kurban gittiğini ortaya koyar. Müslüm'ün liderliğiyle köylü
sesini yükseltmesine rağmen, küçük ağa, büyük ağa ve büyük ağanın nüfuzuna
karşı koyamayan bürokratlar reform vaadinin boşa çıkmasına sebep olurlar.
Müslüm'ün çabaları Zara anayı da ikna ederek Vakkas'la Gülüşan'ın düğününe
kadar uzanan bir dizi değişikliğin önünü açsa da, bedeli ağır olur. Tıpkı
filmin en başında niye öldürdüğünü bilmeyen Gülüşan'ın babası gibi yine niye
öldürdüğünü bilmeyen bir köylü aynı yerde ayın ağadan aldığı emirle Müslüm'ü
vurur. Böylelikle film, değişimin, 'reform'un, ihtimalini saklı tutmakla
birlikte süre giden feodal düzenin değişime karşı direncinin kolay
kırılamayacağını gösterir.
"Kara çarşaflı Gelin''i, 1960'lardan itibaren Türkiye sinemasında önemli örneklerini gördüğümüz ve özellikle ülkenin doğusunda ve güney doğusundaki toplumsal ve ahlaki yapılanmaya odaklanan filmlerin oluşturduğu çizginin olgun bir örneği olarak değerlendirmek mümkün. Bu anlamda filmin anlatımı, tıpkı bu çizginin edebiyattan beslenen erken dönem örneklerinden "Yılanların Öcü" (Metin Erksan, 1962) gibi yalnızca olay örgüsüne odaklanmaz; kurulu düzenin katı kuralları kadar o düzene tabi olan insanların dünyalarında açılan çatlakları da karakterler aracılığıyla ele alırken kendi ahlaki evrenini kurar. Öte yandan, filmin yalnızca toprak mülkiyetini değil, Haydar'ın hasta babasına para yetiştirmek için ölümü göze alarak girdiği kaçakçılık meselesini öyküsüne dahil etmesi, "Hudutların Kanunu"ndan (Lütfi Ö. Akad, 1966) "Ağıt"a (Yılmaz Güney, 1971) uzanan bir dizi filmi de akla getirir. Süreyya Duru, kamerasıyla Urfa'nın fiziksel ve kültürel coğrafyasını tararken, özenli bir ses ve müzik kullanımıyla hikâyeyi güçlendirir. Hakan Balamir (Müslüm), Semra Özdamar (Gülüşan) ve Aytaç Arman'ın (Vakkas) ölçülü oyunculuklarının yanı sıra, yine "Yılanların Öcü"nden bu yana, sözü edilen çizginin en tutarlı ögelerinden biri olan Aliye Rona'nın "Kara Çarşaflı Gelin" de neredeyse anıtlaştığını belirtmek gerek.
& Film bir bakıma Süreyya Duru, Vedat Türkali ve Bekir Yıldız üçlüsünün ortak çalışması. Türkali, Yıldız'ın üç farklı öyküsünü bir araya getirerek senaryolaştırırken, Duru da bundan kendi filmografisinin olduğu kadar Türk sinemasının da başyapıtlarından birini kotarmanın üstesinden gelmiş. Film üç öyküden oluşuyor. Öykülerin üçü de yarı feodal ilişkilerin egemenliğini sürdürdüğü Doğu Anadolu'da geçiyor. Egemen sınıfın sömürüye dayalı acımasız baskısı, gelenek ve göreneklerin çağdışı bir yaşama dayalı olarak sürdürülmesi beraberinde trajediyle sonuçlanan bir dizi olaya zemin hazırlıyor. Öykülerin birinde babasının işlediği bir cinayet yüzünden kan bedeli olarak öldürülen kişinin ailesine verilen çocuk denecek yaştaki bir kızın dramı anlatılıyor.
Bir diğerinde doğu insanının sınır boyundaki kaçakçılığına
değiniliyor. Yaşam ile ölüm arasındaki sınırda geçen bu öyküde yaşamını yitiren
genç adamın ölürken dişlerinin arasına sakladığı ve bu işin bedeli olan altını
daha sonra kız kardeşinin gizlice çıkarması anlatılıyor. Bir diğer öyküde ise
ağanın kiralık katilleri ile çaresiz, yoksul ama dürüst insanların
çatışmasından söz ediliyor.
Üç öykü bir film. Süreyya Duru Vedat Türkali'nin acıyı ve
çaresizliği bir oya gibi işlediği senaryodan yola çıkarak farklı kişiliklerin
feodal ilişkilerden kaynaklanan gelenek göreneklere tutsak düşmelerinin şiirini
yazıyor. Kara Çarşaflı Gelin, Doğu Anadolu gerçeğini çarpıcı, çarpıcı olduğu
denli de gerçekçi bir açıdan anlatan Türk sinemasının başyapıtlarından biri.
Türk sinemasının bilinen klişe normlarının çok ötesinde olgun ve kusursuz
sinema dilinin yanında toprağa dayalı bir sömürünün ana nedenlerini de olaylara
fon yapan, yaşanmış yaşanan ve belki bundan sonra da uzun süre yaşanacak
sorunları dile getiriyor. Onun içindir ki bu film sansür engeline tam üç kez
takılmış sonunda ancak Danıştay kararıyla seyircisinin karşısına çıkabilmiştir.
(Burçak Evren)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder