Translate

9 Nisan 2020 Perşembe

KARA ÇARŞAFLI GELİN (1975) Bekir Yıldız


 - Yönetmen: Süreyya Duru,  Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur, Yapım: Murat Film/Süreyya Duru

Oyuncular: Hakan Balamir, Semra Özdamar, Aytaç Arman, Aliye Rona, Hüseyin Peyda, Zülfikar Divani, İhsan Yüce, Rengin Arda,

Konu: Kara Çarşaflı Gelin’in öykülerine gelince; Kara Çarşaflı Gelin’in Şara’nın kocası komşularından birini vurur cezaevine girer, ölenin kanı hala topraktadır, bunun için karşı taraftan kan alınması gerekmektedir ve Şaranın on üç  yaşında ki kızı Genzum (Semra Özdamar) kan bedeli olarak karşı tarafa verilecektir. Genzum kendisini kimin alacağını sorar düğünsüz, derneksiz, çeyizsiz verilecek Genzum’u ya karşı  ailenin oğullarından biri alacaktır ya da satılacaktır. Genzum ertesi sabah nenesinin kara çarşafını giyerek, babasının kanlılarının evine gelin gider. Sınır dışından köyüne dönen kaçakçı Şahan, çalışıp kazandığı paraları altına çevirmiştir. Çocuklarının özlemiştir. Sınırda mayına basar, bir bacağı kopmuştur, kesesindeki altınları yutmak içın ağzına alır, jandarmalar gelip, kurşunlarlar. Ertesı gün Şahanın ölüsü köy meydanına getirilir, köylü çevresine toplanır. fakat kimse tanımamaktadır. Ceset tek tek köylüye gösterilip sorulur, karısı tanımadığını söyleyerek evine kapanır, babası da', gece yarısından sonra hala köy meydanındaki cesedin yanına yaklaşarak, altınları  almak için ağzını açar. Barutçu Maho, "Buyruk sahibi, kiraladığı adama, birini vurdurur, kiralık katil vurduğu adamı niçin vurduğunu öğrenmek ister cevap alamaz. Cenazerle ölenin amcası yeğeni ile bir gün önceki konuşmalarını anımsar, cenazeye kiralık katil de katılır. Camiden sonra mezarlığa gidilir, mezar kazılınca, ölenin amcası Nalçacı Hüseyin, kiralık katilin (Tayyar) yanına gelip, dostça ölenle aynı boyda olduğunu  mezarı ölçmek için girip yatmasını ister, Tayyar itirazın faydasızlığını bilip girer Hüseyin’i tabancasını çekip tetiği çektirenin kim olduğunu sorar.  Can korkusu ile Tayyar, Barutçu Maho'nun adını verir, Maho da cemaatin arasındadır. 

ÖDÜL:

% 14. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde
Hüseyin Peyda, “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu”
Vedat Türkali “En İyi Senaryo”
Semra Özdamar “En İyi Kadın Oyuncu”
“Kara Çarşaflı Gelin” En İyi Film

Jüri Üyeleri: Osman Aydın, ÖnderAydınlı, Ahmet Gönen, Selim İleri, Onat Kutlar, Özdemir Nutku, Mahmut Tali Öngören, Kâmil Suveren, Tunca Yönder, Kamuran Yüce, Oktay Akbal

% Karlov Vary (Çekoslavakya) Film Şenliği’nde 1978
 Sendikalar Birliği “Özel Ödülü”

 "Kara Çarşaflı Gelin"de Vedat Türkali, Bekir Yıldız'ın üç ayrı öyküsünü bir araya getirerek senaryolaştırmış. Öykülerin her biri, Bekir Yıldız'a özgü bir vuruculuk taşıyor. Birinde ana tema, babasının işlediği bir cinayetin "Kan bedeli" olarak öldürülen kişinin ailesine verilen çocuk yaşta bir kızın öyküsü... Diğerinde Doğu'da kaçakçılık yaparken vurulan bir genç adamın, yaşamıyla ödediği bu işin bedeli olan bir altını dişlerinin arasına saklaması ve kız kardeşinin, gece karanlığında, ölünün ağzını açıp altını almaya çalışması .. Diğeri ise Mahmut ağanın, çıkarlarına karşı düşen kişileri kiralık katillerine öldürtmesi ve öldürülen bir köy delikanlısının kardeşinin  katili, ağabeyinin mezarına sokarak gerçek suçluyu öğrenmesi...

Bekir Yıldız öykücülüğü, bağrında kuşkusuz yüklü bir insan dramı malzemesi taşıyor. Ne var ki bu öyküler, başka bir yazıda da belirttiğimiz gibi, sinema için gerekli yoğunluğu ve ayrıntı zenginliğini içermiyorlar; Bu açıdan Bekir Yıldız'dan yola çıkarak sinema yapmak isteyen senaryocu ve yönetmene büyük iş düşüyor. Vedat Türkali, "Kara Çarşaflı Gelin" senaryosunda bu işi geniş ölçüde çözümlemiş "Bedrana"da olduğu gibi... organik bir yapı içinde bağlamış, bir kez. Anadolu süregelen bahtsızlığının, sömürülmüşlüğün, acısının çağdaş Türkiye'de tüm keskinliğiyle süregelen tablolarıdır bunlar.  Filmin baş kişilerinin her birinin dramı diğerine bağlıdır, bunların tümü ise tekilliklerini aşıp kapitalizm öncesi bu feodal düzen bozukluğunun, kokuşmuşluğunun karanlık görünümünü oluşturmaktadırlar. Ve bu insan dramlarını baştan sona birbirine bağlayan, filmin kadın baş kişisinin Günüşan’ın öyküsüdür. Çocuk yaşta babasını yitiren, düşman evinde itilip kakılarak büyüyen Güllüşan, sonunda da sevdiği genci katil olmaktan kurtarmak için elini kana bulayacak, düzen bozukluğunun simgesi Mahmut ağayı vuracaktır. 

Türkali'nin öyküleri organik biçimde birbirine bağlama yanında asıl başarısı, bu insan dramlarının nedenini ve temelde süre giden sömürüyü de filme fon olarak yerleştirmeyi başarması olmuştur. Bu insanları bir ölçüde kurtaracak, sefaletlerini azaltacak olan, toprak reformudur. Cumhuriyet'in 53.yılında hala gerçekleştiremediğimiz toprak reformu. Mahmut ağa buna karşıdır. Ama Mahmut ağaları yüreklendiren, onlara destek olanlar kimdir? Türkali’nin senaryosu, fona bu sorunu yerleştirmekte, Mahmut ağanın Cemal ağadan, Cemal ağanın ise bakandan nasıl destek aldığını sergilemektedir. Tüm bir karanlık ilişkiler bütünü, tüm açıklığıyla gösterilmese de duyurulmakta, sömürünün sürmesinde çıkarları olanlar devleti ele geçirdiğinde hiçbir şeyin değişmeyeceğini vurgulamaktadır.

Kara Çarşaflı Gelin", gücünü gerçeklere dayanmasından alan bir sinemanın örneğidir Süreyya  Duru bunun bilincinde olarak filmini yalın ve düz bir sinema ile anlatmıştır. Oyuncular, biraz abartmalı bir oyun veren Aliye Rona'nın dışında sade bir oyunla bu sinemaya katılmakta, çevre ve insanları, bu geri kalmış ülke dramına gerekli fonu oluşturmaktadırlar. Özellike Hakan Balamir ve Semra Özdamar'ın filmin  akışıyla son denli kaynaşan oyunlarını övmek gerekir. Film, insan gerçeğine yaklaşan tüm sanat eseri gibi, gücünü ve değerini bu gerçeğin olabilidiğince yalın biçimde yansıtılmasından  almaktadır. Bu açıdan, Kara Çarşaflı Gelin", yalnızca dürüst ve namuslu bir sinema çabası örneği olmakla kalmaz, Türk sinemasının, giderek dünya sinemasının gerçekçi sanat alanındaki en ilginç başarılarından biri olarak anı1mağa hak kazanır.

Peki nedir egemen çevrelerin bu filmle alıp veremedikleri? Sansür kurulu neden bu filme böylesine takılmış, tam 3 kez reddetmiştir? Neden tosun komandolarımız işlerini güçlerini, giderek seks filmlerini bile bir yana bırakmış, bu filmin oynadığı sinemalara saldırılar tehditler yöneltmektedirler? Türkiye'de bu filmin anlattığı, gösterdiği gerçeklerin var olmadığını mı savunmaktadırlar? Aslında bu sorunun yanıtı  son denli basittir. Bunun için 2 Kasım günkü Cumhuriyet'te çıkan şu haberi okumak yeter.

"1 Kasım 1973 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından toprak reformu bölgesi olarak açıklanan Urfa'da 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Yasasının 18. maddesi uyarınca kamulaştırma süresi dün sona ermiştir. Yasa gereğince toprak mülkiyet devri üzerindeki her türlü yasak, dünden itibaren kalkmış ve Cephe Hükümeti, kamulaştırılması ve topraksız köylüye dağıtılması gereken 2 milyon 300 bin dönüm arazinin üçte ikisini kamulaştırmayarak toprak sahiplerine bağışlamıştır."

Anlaşılıyor değil mi, "Kara Çarşaflı Gelin"lerin ve benzerlerinin kimlerin kulağına karsuyu kaçırdığı  ve kimlere uşaklık edenlerce yok edilmek istendiği...” [1]

&  Süreyya Duru'nun 14.Antalya Film Şenliği'nde En İyi Film ödülünü aldığı filmi "Kara çarşaflı Gelin" (1975), iki önemli edebiyatçımızın ortak çalışmasının ürünü olan güçlü bir eser. Vedat Türkali'nin senaryosu, Bekir Yıldız'ın üç farklı hikâyesini bir araya getirirken, güçlü diyalogları ve itinayla kurulmuş karmaşık öykü yapısıyla filme sağlam bir temel oluşturuyor. "Kara çarşaflı Gelin"in neredeyse destansı sayılabilecek hikâyesi, filmin kurduğu dünyanın temel çatışma noktalarının, beslendiği ahlaki ve toplumsal düzenin ve bu düzenin çepeçevre sardığı insanların iç dünyasının nüvesi sayılabilecek Çarpıcı bir prologla başlar. Pusuya düşürerek öldürdüğü adam için köyün ağasından parasını alan köylü çekinerek şu soruyu sorar: "Ben o adamı niye öldürdüm, ağam?" Cevap olarak susması, fazla konuşmaması, merak etmemesi konusunda telkin eder ağa onu. Ağanın sözü kanundur. Tıpkı törenin kanun olması gibi.

Katilin çocuk yaştaki kızı, bedel olarak ölü evine gidecektir. Artık canı ölü evine aittir. Anası ve erkek kardeşi uzaktan kara çarşaflı Gülüşan'ın kapıdan içeri girişini içleri parçalanarak derler. Proloğun ardından filmin yazıları akarken seyirci de en keskin haliyle bu dünyanın kurallarıyla tanışmış olur; güçlülerle güçsüzlerin birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığı, sınırların ihlal edilemediği, kaderin töreyle yazıldığı bir dünya ve çaresizlik. 

Süreyya Duru, arka planın verdiği hikâyeyi yıllar sonrasına taşıyarak, çatışmanın ve çaresizliğin hüküm sürdüğü farklı düzlemleri ve düzene meydan okuma ihtimalini film boyunca eksilmeyen bir özenle inceler. Gündelik hayatın her alanında iç içe geçen iktidar mekanizmaları birer birer görünür olur. Kocasını vuran adamın çocuk yaşta evine gelen kızı Gülşan'ı hor gören Zara Ana için kini haklı olduğu kadar hakkıdır.  Gülüşan'ın  alınıp satılır bir mülk, evde durduğu sürece aileye bir yük olarak görür. Köylünün mutlak itaatini bekleyen ağa için köyde yaptırdığı kuyu bir lütuftur; kafası kızdığında kuyuyu yıkıp köylünün suya ulaşma yolunu güçleştirmeyi hakkı sayar. Mülkiyet, iktidarın birincil koşuludur. Mülk sahibi olanın olmayanı ezmeyi hak gördüğü bir düzende Zara'nın büyük oğlu Müslüm, iktidarın el değiştirebilme ihtimalini aklına getirebilen tek kişi olur. Müslüm'ün evde ve köyde attığı adımlar zamanla başkalarını da cesaretlendirmeye, ikna etmeye başlayacaktır. Müslüm, anasına karşı Gülşan'ı kollar; Gülüşan'ın ağanın yanında çalışan kardeşi Haydar'la gizlice buluşmasına göz yumar. Zara'nın vatan hizmetinden döner dönmez evlendirmek istediği küçük oğlu Vakkas'ın Gülüşan'a gönlünü kaptırmasına kötü gözle bakmaz; Gülüşan'ın kanlıları  olmadığını, babasının babasını vurmasında başka birilerinin payı olduğunu savunur.

 Müslüm'ün aile içindeki hakkaniyet arayışı, toprak konusunda da kendini gösterir. Ağalık iktidarını tehdit eden ve köylüye toprak hakkı vadeden reformdan yanadır. "Kara çarşaflı Gelin", cumhuriyetin başlıca meselelerinden toprak reformunun, 1970'lerde en yoğun biçimiyle gündeme geldiği Ecevit döneminde bile, nasıl bir çıkar çatışmasına kurban gittiğini ortaya koyar. Müslüm'ün liderliğiyle köylü sesini yükseltmesine rağmen, küçük ağa, büyük ağa ve büyük ağanın nüfuzuna karşı koyamayan bürokratlar reform vaadinin boşa çıkmasına sebep olurlar. Müslüm'ün çabaları Zara anayı da ikna ederek Vakkas'la Gülüşan'ın düğününe kadar uzanan bir dizi değişikliğin önünü açsa da, bedeli ağır olur. Tıpkı filmin en başında niye öldürdüğünü bilmeyen Gülüşan'ın babası gibi yine niye öldürdüğünü bilmeyen bir köylü aynı yerde ayın ağadan aldığı emirle Müslüm'ü vurur. Böylelikle film, değişimin, 'reform'un, ihtimalini saklı tutmakla birlikte süre giden feodal düzenin değişime karşı direncinin kolay kırılamayacağını gösterir.

"Kara çarşaflı Gelin''i, 1960'lardan itibaren Türkiye sinemasında önemli örneklerini gördüğümüz ve özellikle ülkenin doğusunda ve güney doğusundaki toplumsal ve ahlaki yapılanmaya odaklanan filmlerin oluşturduğu çizginin olgun bir örneği olarak değerlendirmek mümkün. Bu anlamda filmin anlatımı, tıpkı bu çizginin edebiyattan beslenen erken dönem örneklerinden "Yılanların Öcü" (Metin Erksan, 1962) gibi yalnızca olay örgüsüne odaklanmaz; kurulu düzenin katı kuralları kadar o düzene tabi olan insanların dünyalarında açılan çatlakları da karakterler aracılığıyla ele alırken kendi ahlaki evrenini kurar. Öte yandan, filmin yalnızca toprak mülkiyetini değil, Haydar'ın hasta babasına para yetiştirmek için ölümü göze alarak girdiği kaçakçılık meselesini öyküsüne dahil etmesi, "Hudutların Kanunu"ndan (Lütfi Ö. Akad, 1966) "Ağıt"a (Yılmaz Güney, 1971) uzanan bir dizi filmi de akla getirir. Süreyya Duru, kamerasıyla Urfa'nın fiziksel ve kültürel coğrafyasını tararken, özenli bir ses ve müzik kullanımıyla hikâyeyi güçlendirir. Hakan
Balamir (Müslüm), Semra Özdamar (Gülüşan) ve Aytaç Arman'ın (Vakkas) ölçülü oyunculuklarının yanı sıra, yine "Yılanların Öcü"nden bu yana, sözü edilen çizginin en tutarlı ögelerinden biri olan Aliye Rona'nın "Kara Çarşaflı Gelin" de neredeyse anıtlaştığını belirtmek gerek.

& Film bir bakıma Süreyya Duru, Vedat Türkali ve Bekir Yıldız üçlüsünün ortak çalışması. Türkali, Yıldız'ın üç farklı öyküsünü bir araya getirerek senaryolaştırırken, Duru da bundan kendi filmografisinin olduğu kadar Türk sinemasının da başyapıtlarından birini kotarmanın üstesinden gelmiş. Film üç öyküden oluşuyor. Öykülerin üçü de yarı feodal ilişkilerin egemenliğini sürdürdüğü Doğu Anadolu'da geçiyor. Egemen sınıfın sömürüye dayalı acımasız baskısı, gelenek ve göreneklerin çağdışı bir yaşama dayalı olarak sürdürülmesi beraberinde trajediyle sonuçlanan bir dizi olaya zemin hazırlıyor. Öykülerin birinde babasının işlediği bir cinayet yüzünden kan bedeli olarak öldürülen kişinin ailesine verilen çocuk denecek yaştaki bir kızın dramı anlatılıyor.

Bir diğerinde doğu insanının sınır boyundaki kaçakçılığına değiniliyor. Yaşam ile ölüm arasındaki sınırda geçen bu öyküde yaşamını yitiren genç adamın ölürken dişlerinin arasına sakladığı ve bu işin bedeli olan altını daha sonra kız kardeşinin gizlice çıkarması anlatılıyor. Bir diğer öyküde ise ağanın kiralık katilleri ile çaresiz, yoksul ama dürüst insanların çatışmasından söz ediliyor.

Üç öykü bir film. Süreyya Duru Vedat Türkali'nin acıyı ve çaresizliği bir oya gibi işlediği senaryodan yola çıkarak farklı kişiliklerin feodal ilişkilerden kaynaklanan gelenek göreneklere tutsak düşmelerinin şiirini yazıyor. Kara Çarşaflı Gelin, Doğu Anadolu gerçeğini çarpıcı, çarpıcı olduğu denli de gerçekçi bir açıdan anlatan Türk sinemasının başyapıtlarından biri. Türk sinemasının bilinen klişe normlarının çok ötesinde olgun ve kusursuz sinema dilinin yanında toprağa dayalı bir sömürünün ana nedenlerini de olaylara fon yapan, yaşanmış yaşanan ve belki bundan sonra da uzun süre yaşanacak sorunları dile getiriyor. Onun içindir ki bu film sansür engeline tam üç kez takılmış sonunda ancak Danıştay kararıyla seyircisinin karşısına çıkabilmiştir. (Burçak Evren)


[1] Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları” syf, 176

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder