Translate

2 Mart 2020 Pazartesi

AYHAN BAŞOĞLU



(1928-1993) Öğrenimine devam ederken Türk tarihine ilgi duymaya başladı. Bu ilgi yaşamı boyunca giderek arttı. Yedek subay olarak asteğmen rütbesi ile askerlik yaparken gittiği Kore'de Türk şehitliğini gezerken tüm şehitler için bir şeyler yapmaya karar verdi. Sonraki birkaç yılı araştırarak geçirdi ve Osmanlı akıncı birliklerinden Malkoçoğulları üstünde yoğunlaştı.
Başoğlu, 1960'ların başında, İngiliz "TIGER" dergisine seriler hazırladı ve sonra yurda döndü. Tekr a r "Malkoçoğluüstüne çalışmaya başladı.
1981 yılında hazırladığı İngilizce, Arapça ve Türkçe olarak basılan ve Atatürk'ün yaşamını anlattığı "Altın Saçlı Kahraman" son derece popüler oldu. Günaydın Gazetesi'ne "Kara Şimşek İstanbul'da", Hürriyet Çocuk Dergisi'ne "Ege'nin Derinliklerinde" adlı çizgi romanlarından sonra, son olarak da Milli Eğitim Bakanlığı Çizgi roman serisine "Kılıç Ali Reis" adlı albümü hazırladı. Çizgileri orijinaldir. Siyah beyaz çizgileri oldukça hareketli ve leke çizgi dengesi yerli yerindedir. [1]
Çizimi yapılan Malkoçoğlu serisini meydana getiren filmlerin senaryosu yönetmen Remzi Cöntürk ve Süreyya Duru tarafından ortaklaşa yazılarak Duru Film sahibi Süreyya Duru tarafından yapımları gerçekleşmiştir.

Osmanlı tarihimizde önemli bir yeri olan Malkoçoğulları kimlerdir; 

Malkoç Bey
Sultan I. Murad ve Yıldırım Bayezid zamanının komutanlarındandır. 1389 yılında 1. Kosova savaşında sağ cenah okçu kumandanı olarak savaşmış bu savaşta oğlu Mustafa bey de sol cenah okçu kumandanı olarak görev yapmıştır. Tarih sayfalarında bu savaşta adı Hamidoğlu Malkoç olarak geçmiştir.1396 yılında Niğbolu savaşında Osmanlı ordusunun sol kanadında komutan olarak görev yapmıştır. Malkoç Beyin türbesi şu an Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan Burya' dadır (eski adıyla Malkoçova). Malkoç Bey'in Malkoçoğlu Mustafa Bey ve Malkoçoğlu Mehmet Bey adlarında bilinen iki oğlu vardır.

Malkoçoğlu Mustafa Bey;Malkoç Bey'in oğludur. İlk olarak 1389 yılında 1.Kosova savaşında babası Malkoç beyin sağ cenahta savaştığı orduda, sol cenah okçu komutanı olarak görev yaparak adını duyurmuştur.Timur'un Anadolu'yu işgali sırasında Sivas kalesi komutanıdır. 1400 yılında Timur'un Sivas'ı kuşatmasında 3.000 kişiyle 200.000 kişilik Timur ordusuna karşı kaleyi 18 gün savunan Mustafa Bey açlık ve susuzluğa dayanamayıp Timur'un canlarının bağışlanacağı vaadi üzerine kaleyi teslim etmiştir. Fakat Timur sözünde durmayıp kale teslim edildikten sonra bütün askerlerle beraber Malkoçoğlu Mustafa Bey'i de öldürmüştür.

Malkoçoğlu Mehmet BeyMalkoç Bey'in oğludur. Rumeli'nin fethinde babası Malkoç Bey ile beraber görev yaptığı düşünülmektedir. Türbesi Gebze’de olup 1385 yılında vefat ettiği bilinmektedir. Türbesi babası Malkoç Bey tarafından yapılmıştır. Genç yaşta babasından önce vefat etmiştir.

Malkoçoğlu Bali BeyFatih Sultan Mehmet Han'ın kurdurmuş olduğu, Enderun-ı Hümayün adlı Saray Üniversitesinde yetişen meşhur akıncı beyi. Sultan İkinci Bayezid Han devrinde Silistre Beylerbeyliği yaptı. Pek çok ve büyük hizmetlerde bulundu.Kendisi Silistre Beylerbeyi bulunduğu sıralarda isyan eden Eflak Voyvodasına karşı gönderilen Osmanlı ordusunda yararlıklar gösterdi. Yine aynı beylerbeyliği sırasında Macaristan'da ordu sevkederek Varadin Kalesi ile diğer pek çok yeri zaptetti. Daha sonra Prut Nehrini geçerek Akkerman Kalesini ele geçirmek isteyen Buğdan Voyvodasını ordusu ile hezimete uğrattı. 1498 yılında 40.000 kişilik ordusu ile Lehistan üzerine akınlar yaparak Varşova şehrine kadar uzanmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Bu akınları sırasında tam 10.000 esir ve pek çok harp ganimeti ile dönmüştü. Bu ganimet ve esirlerden bir kısmını seçerek, Kethüdası Mustafa Bey ile Sultan İkinci Bayezid Hana gönderdi.

Büyük oğlu Ali Bey, Sofya Sancakbeyliği yaptı. Küçük oğlu Tur Ali Bey ise, babasından sonra Silistre Sancakbeyliği hizmetinde bulundu. Sinan bey adında bir oğlu da Aydın sancakbeyliği yapmıştır. Hamza bey adındaki küçük oğlu da alaybeyi iken 1501 yılında genç yaşta çatışmada öldü. Bali Bey 1513 yılında vefat etti.

Malkoçoğlu Ali BeyMalkoçoğlu Bali Bey'in oğludur. Sofya sancak beyi olan Ali Bey de kardesi Tur Ali Bey gibi bu muharebede ölmüştür.

Malkoçoğlu Turali Bey
Malkoçoğlu Bali Bey'in oğludur. Silistre sancakbeyi olarak görev yapmış, 1514 yılında Çaldıran Savaşı'nda bizzat Şah İsmail tarafından öldürülmüştür.

Malkoçoğlu Damat Yahya Paşa
1501 yılında II. Beyazıt'ın kızı Hüma Hatunla evlendiğinde Bali Bey adında bir oğlu vardı. II. Beyazıt'ın kızı Hüma Hatun'dan da Malkoçoğlu Ahmet Bey ile Malkoçoğlu Mehmet Bey olmuştur. 1480'de Bosna Beyi, 1481'de Rumeli Beylerbeyi, 1504 yılında Kubbe Veziri oldu ve 1506 yılında vefat etti. Bilinen 3 oğlu Malkoçoğlu Bali Bey (Silistre beylerbeyi olan Bali Bey en büyükleridir), Malkoçoğlu Mehmet Bey, Malkoçoğlu Ahmet Bey'dir. Bu komutanlardan aynı zamanda Yahya paşazadeler diye bahsedilir.

Malkoçoğlu Yahyapaşazade Bali Bey

Malkoçoğlu Yahya Paşa'nın oğludur. Koca Bali Paşa şeklinde de anılır. 1495'te doğmuş olup, Kanuni Sultan Süleyman'ın çağdaşıdır. II. Bayezit'in kızı hûma sultanın oğludur. Semendire sancak beyi olmuş, 1521 yılında Belgrad'ın fethinde görev yapmıştır. Daha sonra Belgrad sancakbeyi ve Bosna Beylerbeyi oldu. 1526 yılında Mohaç Muharebesi'nde çok üstün başarılar gösterdi. Bir hafta gibi kısa bir sürede ordunun nehirden geçip Mohaç ovasına ulaşmasını sağlayacak şekilde bir köprü inşa ettirmiş, Mohaç Muharebesi'nde oldukça yararlı olmakla birlikte, Mohaç Muharebesi'nde Sağ Ordu komutanıydı. Budin'in (Budapeşteikinci beylerbeyi ve vezir oldu. 1548 yılında vefat etti. Budapeşte'nin en büyük meydanının adı, Osmanlıların Budapeşteyi kaybettiği zamana kadarGazi Bali Paşa Meydanıdır. Mehmet Bey adında bir oğlu vardır.

Yahyapaşazade Malkoçoğlu Mehmet Bey
Malkoçoğlu Damat Yahya Paşa’nın torunu, Bali Beyin Oğludur.  Enderunda yetişti. Varat sancakbeyi oldu. 1548'de Anadolu valisi oldu. 1563 yılında Kanuni'nin Zigetvar seferinde Gyula kalesini fethetmekle görevli Pertev Paşa ile beraber 59 günde kaleyi teslim aldı. Aynı yıl Babofça kalesini fethetti. 1567 yılında Lala Mustafa Paşa ile beraber Yemen'de savaştı. 1570 yılında Kıbrıs'ın fethinde Magosa kuşatmasında vurularak öldürüldü.[2]



[1] http://www.turkcewiki.org/
[2] http://www.turkcewiki.org/

BİR ŞOFÖRÜN GİZLİ DEFTERİ (1958)


 – Senaryo ve Yönetmen: Atıf Yılmaz Batıbeki (Aka Gündüz’ün bir eserinden), Operatör: Turgut Ören, Yapım: Duru Film/Süreyya Duru

Oyuncular: Eşref Kolçak, Çolpan İlhan, Nurhan Nur, Saime Bekbay, Ahmet Tarık Tekçe, Kemal Ergüvenç, Kadir Savun, Eşref Vural, Faik Coşkun

Konu: Şoför Ali, mahalle komşusu paşa kızı Çileri sever, Paşa kızı Çiler ise evlilik yolu ile zengin çevreye gir­mek ister, bu yüzden kötü yola düşer ve Ali tarafından kurtarılır. Fa­kat peşini bırakmayan yeni çevresinde ki kişiler tarafından vurulur.

Aka Gündüz'ün bu romanı sinemalaşırken; aynı mahallede oturan yok­sul şoför ile paşa kızı, şoförlükten yanında ça­lıştığı kişinin ortaklığına yükselen Ali ve lüks pe­şinde koşarken randevuevine düşen Çiler (randevuevinde Çilek) olur; bilinen (ve karşılaştırılan) kişilikleri, olayları ve şiddeti ile bir küçük in­san ve kenar mahalle melodramıdır film. “[1]

& Her kalp bir çatlak vazodur. Ne kadar aşk doldurursan doldur, bir gün gelir sıza sıza biter.” Merhum Kâmil Usta böyle dermiş. Ama Erol’un kalbindeki ateş, belki birbirlerine kavuşamadıklarından aylar yıllar sonra bile ‘kabuk bağlamış bir yara halinde’ devam eder… Aka Gündüz ‘memleketin şoförlerine ithaf ettiği’ eseri için ‘Ankara Şoförler Cemiyeti’nin yardımını görmüş. ‘Şoför’ sözcüğü afişte ‘şöför’ olarak yazılı…  Romandaki (Remzi Kitabevi-1943) Kâmil Usta, Sina Cephesinde tifüsten ölmüş. Filmde, Kore’ye gitmiş olabilirdi ama bu konu pek işlenmemiş. Kitaptaki anne, oğlunun öldüğünden habersiz ve Erol’un yardım olarak verdiği paraları o gönderdi sanıyor… Kahramanımızın babası bir emekli. Memurluk günlerinden tek farkı ceket yerine pijama giyiyor. Ütülü gömleği ve kravatı yerli yerinde. Rakısını ‘çeşmibülbül kadehi’ ile içiyor. Kardeşi Temiz, ismi gibi bir genç kız. Abisinin en iyi arkadaşı Kazım ile evleniyor…Çolpan İlhan’ın sesi ile Çiler..‘Emekli bir generalin mağrur kızı.’ Erol, uğruna adam bile öldürdüğü bu güzel kızı ancak, ölmeden biraz önce öpebiliyor…‘Şoför Milleti’; Sadri Alışık’ın sesiyle daha da güzel olan Erol; Harika bir Eftalya rolündeki Nilüfer Sezer; Kırk tarakta bezi olan celep Faik Coşkun; Aksaray’a gitmek isteyen yaşlı kadın rolündeki ve ‘İstanbul Geceleri’nden (1950) anımsadığımız Zenne Necdet’e benzeyen sanatçı; Kedisi için 50 kuruşluk artık et alan mahalleli; Sadettin Erbil’in seslendirdiği Baba Nuri; Gazanfer Özcan’ın sesi ile Pire Mahmut; Muzaffer Akgün’ün söylediği ‘Gidiyom Gidemiyom’ (Hüseyin Çakır) türküsü; ‘Kismet’ (1955) filmi çok güzeldi… ‘Blue Suede Shoes’ (1955/56) (Perkins) ile dans eden genç kızın ayakkabısı şarkıya uygun olarak süet olsaydı… Erol; “Aşk, eğer ihtirassız olursa 10 para etmez.”            




[1]  Orhan Ünser “Kelimelerden Görüntüye”, syf,83


ÜVEY ANA (1971)


Yönetmen  Ülkü Erakalın’ın ikinci “Üvey Ana” çekiminin senaryosunu Bülent Oran, Foto Direktörü: Enver Burçkin, Müzik Direktörü: Metin Bükey, Şarkılar: Sadri Alışık, Belkıs Özener, Reji Asistanı: Handan Adalı, Kamera Asistanı: Hasan Uçar, Set Amiri: Kahraman Kongür, Yardımcıları: Ali Demiralp, Sabri Kara, Işık Şefi: Aslan Yıldız, Renk Uzmanı: Mengü Yeğin, Montaj: Turgut İnangiray, Senkron: Mehmet Özdemir, Negatif Montaj: Sezai Elmaskaya, Laboratuar Şefi: Metin Eren,  Yardımcıları: Hasan Örnek, Abdullah Akdeniz, Selahaddin Kaya, Cihat Demir, Adil Yılmaz, Seslendiren: Yorgo İliadis, Pr odüksiyon Amiri: Nuri Tuğ, Yapım: Kervan Film, yapımcı Ümit Utku.  Film Saner Fi lm stüdyosunda renklendirilmiş ve hazırlanmış, Süperfon stüdyosunda seslendirilmiştir.
Rol alan oyuncular: Zeynep Aksu (Lale), Fatma Karanfil (Gül), Sadri Alışık (Emin), Fikret Hakan (Dr. Ergun), Cavidan Dora, Aliye Rona (Aliye), Aysel Gürel (Aysel), Erol Taş (şoför Osman), Şaziye Moral, Nubar Terziyan (Gazino patronu), Handan Adalı, Sümer Tilmaç, Muazzez Arçay, Nuri Tuğ, Kayhan Yıldızoğlu, Faik Coşkun, Erdinç Akbaş, Faik Coşkun, Merih Deniz, Suna Gülendam, Nuri Tuğ,

 "Lale tuhaflaştı, ilk defa böyle bir şey işitiyordu. Demek öz anası olsa bir şey söyleyemeyecekti, yahut başka şeyler söyleyecekti. Mademki üvey anasıdır, söylememekte beis yoktur.   Anaya söylenmeyen şeyin üvey anaya söylenebileceği fikri niçin…Ve ilk defa kalbi  burkuldu. Demek üvey ana, öz ana kadar sevmez, hissetmez ve benimsemez. Fakat böyle bir üvey ana olduğunu, tahmin etmişti. Büsbütün aksini tahmin etmek için, doktor neler düşünmüştü, neler biliyordu. Doktor filmi göstererek izahat verdi. Lale titreye tireye dinledi." (Kitabın içinden bir bölüm)
Romandan farklı yazılan senaryoda film  şöyle başlar:  Pavyon şarkıcısı olan ve babası belli olmayan bir adamdan çocuk bekleyen kadının durumuna acıyarak onu kocasız ve doğacak çocuğunu da babasız bırakmak istemeyen hayırsever şoför Osman’ın, evlenerek doğan Lale’yi nüfusuna geçirir. Hemen yıllar geçmiş ve Lale fakülteyi bitirmiş diplomasını almıştır. 
 Bu arada babası bildiği ve de hiç bir zaman öğrenemeyeceği baba şoför Osman yaşlanmış ve hastalanarak kati istirahate çekilmek zorunda kalır. Bu durumda Lale iş bulmak zorundadır.
Gazete ilanlarında besteci Emin Bey’in villasında işe başlamak üzere tanışır ve anlaşırlar. Burada neredeyse evlenecek yaşa gelmiş olan Gül’ün (Fatma Karanfil) mürebbiyeliğini yapacaktır. İlk görüşte iki kadın birbirlerini severler, baba Emin Bey’de Lale’nin terbiyesi ve dürüstlüğünden hoşlanmış ve çevresindeki çıkarcı zengin tabakaya mensup bir iki yakın dostlarının karşı çıkmalarına rağmen, kızı Gül’ün de onayı ile mürebbiye Lale ile evlenir. Ancak Gül’ün baş dönmesi gibi bir rahatsızlığı vardır. Fakülteden arkadaşının doktor olan abisi Ergun Bey’e (F. Hakan) Gül’ü muayeneye götürür. Ne var ki yapılan tetkiklerde Gül’ün beyninde ur olduğu tespit edilir. Tek tedavisi Gül’ün şevkat ve sevgi ile günlerini geçirmesidir. Durumu babadan saklayan Lale doktorla telefonla ve mektupla haberleşerek aldığı talimatlarla Gül’ü tedavi eder, Kısa zamanda Gül’ün hastalığı geçmiş normal yaşantısına ve sağlığına kavuşmuştur. Teşekkür etmek üzere doktorun muayenesine giden ve onu öperek kutlamak isterken, bir asılsız ihbar alan Emin Bey tam bu öpme anında yakalar  (türk filmlerinin kaderi)  ve işin aslını astarını öğrenmeden odayı terk eder. Aslında Doktor ve Gül birbirlerini sevmekte ve evlenmek istemektedirler. Bu olaydan sonra artık Lale koca evine dönemeyecektir. Çünkü kovulmuştur. Baba evine giden genç kadın buradan da yaka paça üvey babası tarafından sokaklara atılır. Alkole karşı bağımlılığı her geçen gün artan Lale komaya girerek hastaneye kaldırılır. Hastanedeki doktorların Doktor Ergun Bey’i aramasıyla tüm aile fertleri (Gül, Ergun Bey ve Emin Bey) odaya doluşurlar. Ama artık Lale için her şey çok geçtir. Girdiği komadan çıkamayarak yatağında son nefesini verir.

 Roman özetinden de anlaşılacağı üzere,  Gül verem hastasıdır ve on beş yaşında ölür. Zengin, saygın bir adam olan Emin Bey’in kızı Bibi (Binnaz) yabancı mürebbiyeler tarafından yetiştirilir. 
Emin Bey’in karısı verem hastasıdır. Mürebbiye evin hanımını bir an evvel öldürmek ve yerine geçmek için uğraşmaktadır. Kadın ölür ve mürebbiyenin oyunu ortaya çıkar. Emin Bey kızının artık Türk kültürünü öğrenmesi için yabancı mürebbiyelerin değil de Türk mürebbiyelerin eğitmesini istemektedir. Lale okulunda birinci olur ve herkesin gözüne girer. Emin Bey’în mürebbiyelik için verdiği ilanı görünce başvurur ve kabul edilir.  Olaylar gelişerek devam eder gider.

İzlediğim bu filmin ikinci versiyonunda filmin romanla (Leyla’nın mürebbiyeliği dışında) fazla bir ilişkisinin olmadığını gördüm. Ancak ilk çevirim olan  filmi  izleme olanağım olmadığından, filmin romana ne  kadar uygun olduğu hakkında fikir sahibi olamadım.


ÜVEY ANA (1967)



 1935 yılında yazılan roman Ülkü Erakalın rejisiyle çekilen ilk film ikincisi,  Erakalın’ın  rejisiyle 1971 yılında beyaz perdeye tekrar aktarılmıştır. Bu ilk filmin senaryosunu Hamdi Değirmencioğlu ve Bülent Oran beraber yazmışlar, görüntü yönetmenliğini de Orhan Kapkı, yapmıştır.  Filmin yapımcısı Duygu Film sahibi Ülkü Erakalın.
Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Ekrem Bora, Nilüfer Koçyiğit, Tamer Yiğit, Turgut Özatay, Ayfer Feray, Nevin Nuray,  Bedia Muvahhit,
Konu: Ankara’da şoför olan Lobut Ağabey, Karataş köyünde öksüz kalan Lale ve Gül’ü altı yaşındayken nüfusuna  geçirir. Birlikte yaşadığı ablası ve metresi Pakize bu çocuklara bakmayı kabul eder. Lale okulda çok başarılıdır. Gül verem hastasıdır ve on beş yaşında ölür. Zengin, saygın bir adam olan Emin Bey’in kızı Bibi (Binnaz) yabancı mürebbiyeler tarafından yetiştirilir.
Emin Bey’in karısı verem hastasıdır. Mürebbiye evin hanımını bir an evvel öldürmek ve yerine geçmek için uğraşmaktadır. Kadın ölür ve mürebbiyenin oyunu ortaya çıkar. Emin Bey kızının artık Türk kültürünü öğrenmesi için yabancı mürebbiyelerin değil de Türk mürebbiyelerin eğitmesini istemektedir. Lale okulunda birinci olur ve herkesin gözüne girer. Emin Bey’în mürebbiyelik için verdiği ilanı görünce başvurur ve kabul edilir.

Lale herkes tarafından çok takdir edilmekte ve sevilmektedir. Emin Bey ona evlenme teklif eder. Bu sırada Lale Bibi’nin verem olduğunu öğrenir. Hem onu iyileştirmek için yanında olması gerektiğinden hem de kızının hastalığını öğrenirse babasının kalp krizi geçirebileceğinden dolayı ikisinin de hayatını kurtarmak için evlenme teklifini kabul eder. Bibi üvey annesini çok sevmektedir. Lale, Doktor Ergun Bey ile gizli bir antlaşma yapar. Doktor ona gizlice hastalıkla ilgili taktikler verecek o da uygulayacaktır. Doktor Ergun tesadüf eseri ona ulaşır. Ailesine haber verir. Ailesi hastaneye geldiğinde artık çok geçtir. Onları yanında gören Lale çok mutlu olur ama mutluluğu uzun sürmez ve hastalığına yenik düşer.

Bibi’yi hava değişikliği için yurtdışına ve Ankara dışında yerlere gezmeye götürür. Zenginler arasında dost düşman birbirine karışmıştır ve herkes birbirinin arkasından konuşmaktadır. Ankara dışında oldukları süre içinde Lale doktorla mektuplaşır ve hastalığın tedavisi ile ilgili taktikler alır.
 Emin Bey’e gelen gizli bir mektup, gizli bir telefon ve dost dedikleri kişilerin dedikoduları doktor ile Lale’nin araları olduğunu söyler. Lale doktorun yanındayken Emin Bey onları basar ve konuşulanları yanlış anlar. Lale’yi evden kovar ve Lale’nin babasını arayıp olayı anlatır. Babasının yanına giden Lale’yi o da kovar. İstanbul’a kaçan Lale gerçeği ortaya çıkaramaz. Bibi’ye mektup yazıp her şeyi anlatır. Bibi ona inanır.

 Bir gün Emin Bey Lale’nin odasında, kızının hastalığıyla ilgili olan doktorun Lale’ye yazdığı mektupları bulur ve her şeyi anlar. Bu sırada Lale verem olmuştur ve hastaneye kaldırılır.

DİKMEN YILDIZI (1962)


 Senaryo ve Yönetmen:  Asaf Tengiz, Kamera: Hayrettin Işık, Yapım: Nil Film/Seyit Borteçin, Oyuncular: Türkan Şoray (Yıldız), Önder Somer (Murat), Salih Tozan, Mümtaz Ener, Özer San, Fehmi Tengiz, Reha Kıral, Güler Ersoy

 Konu: Yıldız, İzmir'in tanınmış ailelerinden birinin kızı­dır. Murat adlı bir hava yüzbaşısı ile sevişmektedir. Za­man, İstiklâl Savaşı'nm bunalımlı yıllarıdır.. Kendi ça­pında savaşa katılıp belirli yararlıklar da gösteren ve sonunda kendisini Ankara'da bulan Yıldız, orada «Dik­men Yıldızı» diye anılır.

Vatanseverliği oranında aşırı bir hassaslığa sahip bulunan Yıldız, bir gün kendini kapkaranlık bir dünya içinde buluyor: Muratla gizli bir aşk gecesi yaşadığı, on­dan gebe kaldığı inancına varır. Onu bu inanca götüren sarsıntı, Murat'ın birden kayıplara karışması, ne oldu­ğu bilinmemesidir. Genç kız, bu inançla bir gün, kuca­ğında bebeği bulunduğu halde, Ankara savcısına başvu­rarak korkunç bir açıklamada bulunur. Buna göre: Kendisini akrabalarından Nedim'le evlendirmek iste­yen babası, aile doktorları, emektar adamlarından Sü­leyman Çavuş bir araya gelmiş sevgilisi Murat'ı ve ikiz çocuklarından birisini boğup kayalardan aşağı atmışlar­dır. Şimdi katiller, elinde kalan bu çocuğunun da pe­şindedirler.

Savcı, bu korkunç ihbar karşısında harekete geç­mek üzere iken, Yıldız'ın babası Kâmil Beyle doktoru karşısında bulur. Dertli baba savcıya durumu anlatır. Kızı Yıldız'ın ona anlattıklarından sadece Murat adlı gencin var olduğu bir gerçektir. Ancak bu genç bir gün ansızın ortadan kaybolmuş ve cepheden kendisinin şe­hit olduğuna dair bir haber alınmıştır. Bu haber kızda korkunç bir şok yaratmış ve kısa zamanda zavallıyı bir sabit fikir hastası yapmıştır. Bu sabit fikre göre Murat cephede ölmemiş, onu babası Kâmil Bey ve yardımcıları öldürmüşlerdir. Kâmil Bey savcıyı inandırmak için, onunla birlikte, yan odada bulunan Yıldızın yanma ge­çer Yıldız, babası ile doktoru görünce savcıya: «Bakınız bu çocuğumu da boğmaya geldiler» diye haykırır Dok­torun ve babasının işaretiyle, genç kızın kucağındaki nesnenin yüzünü açan savcı, bunun bir taşbebek oldu­ğunu görerek durumu kavrar.
 Şimdi, savcı da dahil, bütün tanıdıklar bu zavallı genç kızı tedavi için elbirliği etmişlerdir. İlk iş olarak Yıldız'ı Ankara'dan ve Dikmenden ayırma yoluna baş­vurulur. Genç kızın yanma vefalı bazı dostlar katarak onu Çankırı, İnebolu dolaylarına geziye yollarlar. Bu arada savcı, usulünce yazdığı mektuplarla, Yıldız'a, sev­gilisi Murat'ın babası, yakınları tarafından boğulmadığını, cephede şehit olduğunu telkin eder. Genç kız yavaş yavaş bu telkinlere inanır. Çevresindeki şehit yavrula­rına kendisini adayarak sağlığını yeniden kazanır.

Bu arada Yıldız'm yanına katılmış bulunan grup­tan bir adam ki Murat'ın babasıdır ve Yıldız ona hep «Beybaba» demektedir. Ona, artık tamamen iyileştiğini, bundan dolayı gerekli bir açıklama yapacağını söyler. Bu açıklamaya göre, Murat cephede şehit olmamış, giz­li bir görevle düşman safları arkasına yollanmıştır; ne var ki bundan sonra da ondan gerçekten bir haber alı­namamıştır.
Ankara'ya dönen Yıldız ve arkadaşları, kısa bir sü­re sonra «Büyük Taaruzun başlayıp hızla gelişmesi­nin sevinci ve coşkunluğu içinde  İz­mir'e doğru yollanırlar. Bu yolculukta Beybaba'nm oğ­lunu, Yıldızın sevgilisini bulma ümitleri en büyük rolü oynamaktadır.

Yanmış yakılmış, fakat düşmandan kurtarılmış İzmire varırlar. Beybaba, oğluna görevi veren en büyük makama «Başkumandan»a gidip Murat'ın ölü mü sağmı olduğunu sorar. Başkumandan ona kesin ve belirli "bir cevap vermez; ertesi gün Dikmen Yıldızı'm da alıp gelmesini söyler. Bu tutum, ikisini de kötümserliğe düşürür. Ertesi gün yaşlı adamla genç kız yeniden «Paşa» nın huzuruna çıkarlar. Paşa, genç kıza, metin olmasını söyleyip Murat'ın bu sefer gerçekten öldüğünü bildirir ve «Ondan kalan şeyler,» diyerek kendisine bir paket uzatır.

Yıldız, metin olmaya çalışarak, paketi alır; fakat titreyen ellerinden düşen paket bir anda açılır. Beybaba'nm ve genç kızın şaşkınlık sevinçleri içinde ortaya, artık binbaşılığa yükselmiş bulunan Murat'la Dikmen Yıldızı'nın nikâh-düğün davetiyeleri dağılır. Onlara gü­zel bir sürpriz yapan «Başkumandan», Murat'm bitişik -odada beklemekte olduğunu bildirmesi üzerine Yıldızla yaşlı adam -ölesiye bir mutlulukla- y an odaya, Murat'ın yanına koşarlar. [1]


[1]  (http://www.muhakeme.net/sandik1/dikmen-yildizi-roman-ozeti/)

ÜÇ KIZIN HİKAYESİ (1959)



Romancımız Aka Gündüz’ün 1933 yılında yazdığı bu roman 1959 senesinde Yeşilçam sinemasına kazandırılmıştır.  Filmin senaryosunu yazan Orhan Elmas, aynı zamanda rejisini de yapmıştır. Kameranın arkasında bir  usta  Hayrettin Işık  yer almış. Setin ışıklandırılması ise Fehmi Eryılmaz’ın. Diğer kamera arkası çalışanları ise; Turgut İnangiray (kurgu), Muhteşem Durukan (san at yönetmeni), Rauf Tözüm (ses kayıt), film yapımı da Pesen Film sahibi  Nevzat Pesen.
Oyuncular: Muhterem Nur: (Filiz), Sema Pekiş (Dürer), Leyla Sayar (Betigül Tayfur), Ekrem Bora  (Ercan), Salih Tozan  (Ömer Efendi), Mualla Sürer( Filiz'in Annesi), Selahattin Yazgan (Betigül'ün Babası), Senih Orkan  (Filiz'in kuzeni Ali), Nezihe Becerikli (Nilgün), Melahat İçli  (Nalan), Faik Coşkun (Emin), Leman Akçatepe  (Ercan'ın Annesi), Mürüvvet Sim (Dürer'in annesi), Zafer Önen  (Alaattin), Nazım Bora, Fehmi Tengiz

 ► Evet, size karşı küçücük cüssem fakat koskocaman insanlığımla isyan ediyorum.. Bir gün olsun beni dinlediniz mi? Bir defacık olsun arzularıma, ümitlerime kulak verdiniz mi.. Roman okumam ayıp, sinemaya gitmem adilik, okulun müsameresine katılmam günah ve bugün mezun olmam sizler için basit bir hadise. (Çilingir sofrasındaki Ömer Efendiyi göstererek) Bakın, bana eş olarak seçtiğiniz adama bakın. Kızınız onunla mesut olabilir mi.. Onu sevebilir mi?” (Ancak, gelişen olaylarla ‘o adamın kapatması’ olacaktır.)
 Bu bölüm üç buçuk dakika sürüyor ve iki sahnede çekilmiş. Saniyede birkaç kez değişen şimdikilerden ne kadar farklı. Filmde yararlanılan romanın 250 sayfalık ilk baskısına ulaşamadığımız için 168 sayfalık ikinci baskısı ile karşılaştıramıyoruz. İlk baskıda Aka Gündüz’ün, ikincide Nemide Ali’nin adı önce yazılmış. Romancımızın bir adının da ‘Emin Ali’ olması kitabın diğer yazarı Nemide Ali  ile kardeş olduğunu düşündürdü. (Murat Çelenligil)
 Konuya gelince:  Ekonomik durumları, aile yaşantıları ve kültürleri birbirinden farklı 3 arkadaş aynı sınıfta okumaktadır. Biri çok sofu, ailesinden baskı gören bir kızdır. Diğeri çok zengin bir ailenin kızıdır ama annesi konkende babası çapkınlıktadır ( bu kızımızın adı Betigül). Üçüncü kız ise , annesi babası gayet demokratik, modern, mutlu mesut bir ailenin kızıdır, nişanlıdır hatta. İlk kızımız ailesinin onu, mahalle bakkalıyla evlendirmesine razı gelmez evden kaçar, sonra da teyzesinin oğlunun tecavüzüne uğrar. Kötü yola düşer. İkinci kızımız da kafayı güzellik kraliçesi olmaya takmıştır. Bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa yapar, türlü ödün verir. Sonunda kurtuluşu intiharda arar. Üçüncü kızımız ise düzgün aile hayatını evlendirerek de sürdürür.

Okul sıralarında kesişen üç farklı hayata tanık olduğumuz film oldukça ibret dolu. Baskı ve zorlamanın yanı sıra, serseri mayın gibi bir başı boşluk halinin insanı nereye sürükleyebileceğinin yanıtını görebildiğimiz bu dram elbette ki abartılı ve keskin hatlara da sahip. İyinin çok iyi ve kötünün çok kötü olması var burada. Bundan yıllar önce kaleme alınan roman, 1959 yılında filme çekiliyor. Dolayısıyla dönemin sosyal, ahlâki ve kültürel yapısını göz önünde tutmak gerekli. Altmışlı yıllarda elbette ki değişime uğrayan şartlar 77 yılında da değişecektir. Hatta belki filmin iki binli yıllar versiyonunu bugün izlemek mümkün olsa bambaşka bir tablo ile karşılaşmak da var. O zaman tabu olan bugün tabu olmaktan çıkmış da olabilir. Burada gözle görülür şekilde değişmeyen tek şey; ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkinin içine girdiği kaba göre şekil alması sonucu hayatların yön bulmasıdır.
Yönetmen ve senaryo yazarı Orhan Elmas, bu ilk versiyondan sonra 1977 yılında aynı senaryoyu değiştirerek romandan çok farklı biçimde  bu kez “Liseli Kızlar” adıyla filme çekmiştir. Ancak bu film Aka Gündüz’ün romanıyla hiç bir bağlantısının olmadığı görülmektedir. Buna rağmen bu filme burada yer vererek, meraklı sorulardan kurtulalım.

1977 versiyonunda ana karakterlerin isimleri farklıdır. Muhterem Nur'un karakterini Necla Nazır, Sema Pekiş'in karakterini Itır Esen, Leyla Sayar'ın karakterini de Neslihan Danışman canlandırmış. Betigül'ün babası rolünü Turgut Boralı, annesini de Ayfer Feray oynuyor.

Lise çağındaki genç kızların zevkleri, aileleri ile yaşadıkları çatışmalar ve başlarına gelebilecek iyi kötü olayları anlatan dramatik bir  film.

İKİ SÜNGÜ ARASINDA (1973)


  Yönetmen: Ülkü Erakalın, Senaryo: Bülent Oran, Görüntü Yönetmeni: Enver Burçkin, Kurgu: Özdemir Arıtan, Yapım sorumlusu ve Sanat yönetmeni: Niyazi Er,  Yönetmen yardımcısı: Samim Utku, Kamera asistanı: Tahir Kapkı, Laboratuar şefi: Recai Karataş, Işık şefi: Aslan Yıldız, Makyaj: Zeki Alpan, Ses kayıt: Bican Avşar, Tuncer Aydınoğlu, Set amiri: Kahraman Kongur, Şarkılar: Belkıs Özener, Seslendirme yönetmeni: Hayri Esen, Yapım: Kervan Film, Yapımcı: Ümit Utku, Acar Film laboratuvarında hazırlanmış ve seslendirilmiştir.
Oyuncular: Murat Soydan (Dr. Fikret), Zeynep Aksu (Emine/Leyla), Suzan Avcı (Cihanyandı), Aliye Rona (Ferhunde), Mine Sun (Nesrin), Mualla Sürer (mahkum), Suna Pekuysal (mahkum), Önder Somer (Cemil), Güzin Özipek (Melahat), Nubar Terziyan (Sami efendi), Aysel Gürel (mahkum), Belkıs Dilligil, Aydın Tezel (yargıç Memduh),Renan Fosforoğlu (hapishane müdürü), Muazzez Arçay (mahkum), Meral Kurtuluş (gardiyan), Sabahat Işık (hizmetçi), Doğu Erkan, Sıdıka Duruer

 1800’lerin sonları. İstanbul’da bir hapishanenin kadınlar koğuşu. Süleyman kızı Fatihli Emine'nin cezası o gün bitiyor ama erkek Melahat’ın şu sözlerinden çıkmak istemediğini anlıyoruz;
“Bizim çılgın, tahliye edilmemek için bu sefer ne icat edecek bakalım.” Yıllar evvel, o zamanki müdür Ruknettin Efendi’nin kulağını ısırarak koparmış. Sonra müfettişin başında iskarpininin topuğunu kırmış. Şimdiki müdür de “
- "Eli ayağı düzgün, yüzüne bakılır bir tazesin. İstersen, yerin yoksa (bıyığını burarak) benim fakirhanemin kapıları açık sana” deyince sürahiyi kafasına yer.
Çıkarıldığı mahkemede Hâkim Memduh Bey, karar vermeden önce ‘deli olup olmadığının’ anlaşılması için Doktor Fikret’e başvurur. O da yardımcı olması için cezası bitmek üzere olan Melahat’ı  hemşire olarak yanına alır.
- Fikret; “Hapishaneden çıkmak istemiyormuş. Sizce bunun sebebi ne?”
- Melahat; “Hangimiz çıkmak istiyoruz be doktor. Bizler acıya, küçümsenmeye, hor görülmeye alışmışız. Hapishane dışındaki hava bizi fasulye gazı gibi çarpar.”

“Annemle babamı bir kan davası sonucu kaybettikten sonra Ferhunde Hanım’ın konağına gelişimle hayatımda yepyeni bir dönem başlamıştı.” Hanımefendinin kızı Nesrin ona yakınlık gösterir. Ağabey Cemil, Askeri Tıbbiye’de öğrenci…
 Cemil okulunu bitirip Köşke döner. ‘Çok içkili olduğu o gece olanları hatırlamıyormuş’. Ama genç kızı unutamadığını  Cihanyandı’nın ‘zevk yuvası’ndaki dertli halinden anlıyoruz. Fettan kadın allem edip kallem edip onları bir araya getirir. İlaçlı şerbet sonrasında kendini, gene Cemil’in koynunda bulan Emine onu öldürüyor. ‘İki süngü arasında’ hapishaneye.
Hastanedeki gözetimi sırasında Fikret’le birbirlerini severler. Yaşama küskün Emine’nin yerini sanki bambaşka biri alır. Sonrasında yeni bir kimlikle ismi Leyla oluyor.
 Roman çok farklı; Kan davası, Melahat, Ferhunde Hanım, Nesrin, Cemil (ve onu öldürme), ‘en değerli şeyini kaybetme’, çocuk düşürme, Sami Efendi, Fikret’le birbirlerini sevmeleri, Cihanyandı, ‘ilaçlı şerbet’ hiçbiri yok.
“Mülkiye Kaymakamlığından mütekait Süleyman Bey’in kızı.” Abi Salih’le küçük yaşta öksüz ve yetim kalırlar. Dadıları ilgileniyor. Meşrutiyet ve Abdülhamit dönemi. Sonradan gazeteci olan abisi yazılarında ‘burun’ mu ‘Yıldız’ mı artık ne dediyse Trablusgarp’a sürülür. Bingazi, Fizan Çöllerinde kayboluyor. Çaresiz kalan Emine’yi Gazetenin patronu çocuklarına mürebbiye olarak alır. Fakat genç kızın güzelliği olmadık şeylere neden oluyor. Evin hanımı onu kıskanır ve yüzükle küpesini çaldı bahanesiyle hapislere düşürür. Yedi yıl boyunca sayısız duruşmasını izleyen davavekili Mehmet durumunun izlenmesi için ‘Tıbbı Adli’deki doktora başvurur. Emine ve orada çalışan başefendi İhsan birbirlerine âşık olurlar. Doktor’un girişimleriyle yeni bir kimlik ayarlanır; Adı bundan böyle yeni doğan anlamındaki Nevzat. Nemse Vapuru ile İhsan’ın Merkez Hastanesi Müdürü olarak tayin edildiği Selanik’e ‘süngüsüz’ gidiyorlar. ‘Arkalarında uzun beyaz bir köpük’. (Filmde bu yok. Çünkü Fikret’le bindikleri gemi Haliç’te demirli.) Emine, yıllardır mahkeme ve hapishaneye ‘iki süngü arasında’ gidip gelmekten yılmış; “Öyle bir vehme kapıldım ki bir gün başıma bir duvar yıkılıp gebersem, tabutumun iki tarafına firar etmeyeyim diye mutlaka iki süngülü dikecekler. ( Murat Çelenligil)

İKİ SÜNGÜ ARASINDA (1952)



İki kez filme aktarılan romanlarından biri daha. 1929 yılında yazılıp basımı yapılan “İki Süngü Arasında” filminin ikinci çevirimi ise 1973 yılında Ülkü Erakalın’nın rejisiyle  tekrar beyaz perdeye aktarılan Yeşilçam’a hayat veren romanlardan biridir. 
1952 senesinde çekimi yapılan bu filmin yönetmeni  ve aynı zamanda kameramanlığını da yapan Şadan Kamil’dir. Senaryoyu  Adnan Fuat Aral kaleme almış  müzikleri  Nedim V. Otyam hazırlamış ve yapımcılığını da  Atlas Film adına Nazif Duru üstlenmiştir.
Oyuncu kadrosunda ise görev alanlar arasında , Hümaşah Hiçan, Sadri Alışık, Atıf Kaptan, Mürüvvet Sim, Faik Coşkun, Kemal Tözem, ve Hakkı Ruşen  gibi zamanın önemli ve başarılı oyuncuları rol almışlardır.
12 yıldır hapiste bulunan Emine, her tahliye döneminde büyük bir olay çıkarıp içerde kalmayı başarır. Dış dünyadan ve insanlardan nefret eden genç kadın, saldırgan tavırları yüzünden akıl hastanesine kapatılır ve orada karşısına çıkan güler yüzlü, içten tavırlarıyla kendisine yaklaşan Dr. Fikret'le tanışır. Kimseyle iletişim kuramayan Emine, doktordan çok etkilenir ve acı dolu geçmişini o’na anlatmaya başlar. Bir konakta besleme Olarak büyüyüp, konağın yakışıklı oğluna aşık olmakla hayatının en büyük hatasını işlemiştir. Emine devam etmekte olan olaylarına bir yenisini daha eklemiş, hapishane müdürünün kafasında vazoyu kırmıştır. 

Mahkemeye hakim karşısına çıkışı daima eli kelepçeli olarak iki süngülü askerin arasında olmaktadır. Bu duruma çok üzülmektedir. Doktor Fikret bu durumu da çözüp, onun süngüsüz askerler arasında mahkemelere çıkmasını sağlar. Artık Emine toplum içinde kendine bir yer edinmiş ve hayatı sevmeye başlamıştır. ( Yalçın Özgül)

  ÖDÜLLER:
1.”Türk Film Dostları Derneği”nce  düzenlenen  Türk Filmleri Festivalinde;  (1953)
“İki Süngü Arasında filmi “Kanun Namına”, “Kanlı Para”, “Drakula İstanbul’da”  ve “Efelerin Efesi” ile birlikte “En Başarılı Film”
“Şadan Kamil” ile beraber, “Kriton İlyadis”, “Özen Sermet”, “İlhan Arakon” ve “Enver Burçkin” “En Başarılı Kameraman”
►“Adnan Fuat Ural  ile beraber; “Osman F. Seden”, “Orhan M. Arıburnu”, ve “Ümit Deniz” “En başarılı Senaryo yazarı”
Festivalin jüri üyeleri: Burhan Arpad, Max Minecke, Semih Tuğrul, Hüsamettin Bozok, Azra Erhat, Mina Urgan, Orhan Hançerlioğlu, Nevzat Üstün, Zeki Faik izer, Asude Zeybekoğlu

ALLAH KERİM (1950)


Araştırmalarımda Aka Gündüz’ün eserleri arsında “Allah Kerim” isimli bir romana rastlayamadım. Bundan da anlaşılacağı üzere bu isimde romancımızın yazdığı bir eser mevcut değil. Romanlarından birinin veya bir kaçının bir araya getirilip yeni bir senaryo yazılarak filme çekilen bir film olduğu kanısındayım. Aka Gündüz’ün romanlarından esinlenerek yazıldığı kesinlik kazanan bu filmin senaryosunu yazan ve filmi çeken yönetmen Semih Evin.  Yardımcılığını  Atıf Yılmaz, görüntü yönetmenliğini yapan Yuvakim Filmeridis. Müzikler Sadettin Kaynak’a ait olup, yapımcılığını  Erman Film adına Hürrem Erman yapmış.
Oyuncu kadrosuna gelince: Sezer Sezin (Ayşesin), Kenan Artun (Kerim), Orhon Murat Arıburnu (Fettah), Settar Körmükçü (Ayvaz Haçadur),  Vedat Örfi Bengü (II. Abdülhamit), İhsan Torun, Dr. Arşavir Alyanak (Dadaruh), Muazzez Arçay (Yelloz Emine), Mahmure Handan (Cici anne), İhsan Tosun,  Kemal Çelme, Sadi Şener, Mürüvvet Paslanmaz, Ancelo Borç
"İki sevgiliyi birbirlerinden ayırmaya çalışan bir zaptiye subayının öyküsü".
Film, II. Meşrutiyet (1908) arifesinde geçen olaylarla anlatılıyor. İntikam için bulaştırılan çiçek hastalığı nedeniyle kör olma, sonra ameliyat ile gözlerinin görmesi gibi inandırıcılıktan uzak dramatik sahnelerle yoğunlaştırılmış olaylar içeriyor.
 Aka Gündüzün Allah Kerim romanından alınan filmin konusu II. Abdülhamit Döneminin (1876-1909) Son yılında geçiyor. Osmanlı İmparatorluğunun en çalkantılı dönemi, Sadrazam Mithat Paşanın azledilerek Sürgüne gönderilmesi, Yıldız Mahkemesi, Ali Suavi Olayı,1905 Yıldız Camii Ermeni Suikasti, Filistin sorunu İttihat ve Terakki, 31 Mart Olayı,  Hareket Ordusu,  isyanlar , Rumeli ayaklanmaları, jurnaller, hep bu dönemin olayları. Film Abdülhamit muhaliflerinden paşa kızı Ayşesin (Sezer Sezin) ile nişanlısı Kerim Bey (Kenan Artun) ve  İdare yanlısı Zaptiye Komutanı Fettah (Orhan Arıburnu) arasındaki aşk ve müthiş bir intikamı anlatıyor. Avlanmak üzere İstanbul’dan Adapazarı’na giden Ayşesin ve nişanlısı Kerim, Gizli Teşkilat üyesi oldukları zannıyla takip edilmektedirler. Bir at gezintisi sırasında  Fettahın Adamları pusu kurup Ayşesini kaçırmaya yeltenir. Ayşesin silahı ile adamları engeller, çalılıklar arasında saklanan Fettahın da atını vurur. Adamları önünde gururu yerlerde  sürüklenen Fettah müthiş bir intikam planı hazırlar ve tatbik eder. Filmde Yıldız Sarayına götürülen Ayşesin’in Sultan Abdülhamit ile arasına geçen diyalog oldukça dikkate değer. 

AKA GÜNDÜZ


 (1885 - 7 Kasım 1958 1885 yılında Selanik'e bağlı Katerina ile Alasonya kasabaları arasındaki bir dağ köyünde doğdu. Asıl adı Enis Avni'dir. Önceleri Enis Avni, sonraları ise, Aka Gündüz adıyla eserler verdi.

İlk tahsilini Serez'de İncili Mektebde ve Selanik'deki Şemsi Hoca Mektebinde tamamladı. Bir müddet Selanik Askeri Rüşdiyesi'ne devam ettiyse de 1896 Yunan Harbi esnasında Eğrikapı Rüşdiyesi'ne nakledildi. Daha sonra İstanbul'a gelerek Mekteb-i Sultanisinin idadi kısmı, Edirne Askeri İdadisi ve Kuleli Askeri İdadisinde okudu. Hastalığı sebebiyle Harbiyenin ikinci sınıfından ayrıldı. Paris'e giderek bir müddet Güzel Sanatlar Okulu ve Hukuk Fakültesine devam etti. Ancak hiç birini bitiremeden üç yıl sonra geri döndü. 1910 yılında Selanik'e sürgün edildi. Adana'daki Ermeni olayları üzerine oraya tayin olunan Bahriye Nazırı Cemal Paşanın maiyetinde on dört ay Vilayet Meclisi İdare Başkatibi olarak çalıştı.

Aka Gündüz, 31 Mart Vak'ası üzerine gönüllü yazıldığı Hareket Ordusuyla İstanbul'a geldi. İşgal kuvvetleri tarafından Malta'ya sürüldü. Ankara Hükumetinin teşebbüsüyle yurda döndü. Cumhuriyetten sonra 1932 - 1946 yılları arasında milletvekili oldu ve Kasım 1958'de Ankara'da öldü.
1920 yılında Alay Dergisini çıkardı. Çocuk Bahçesi ve Genç Kalemler dergilerinde çıkan yazılarıyla dikkati çekti. Sade dil görüşüne bağlı olup Milli Edebiyat akımı içinde yer almıştır.
Eserlerinde millet sevgisinin neticesi olarak geniş halk zümreleri ile bunların ıstırapları işlenmiştir. Cümleleri ateşli ve kısadır. Eserleri hayat tecrübesini verir. [1]

Aka Gündüz‘ün sayısı oldukça fazla olan romanlarından pek çok da kahramanı olacağı tabiİdir. Yalnız roman kahramanlarının isim bolluğuna bakarak, onların kişilik bakımından zengin bir görünüşü olduğunu sanmak doğru değildir. Pek çok kahraman, başka başka romanlarda, farklı isim, çehre ve kılıkta yeniden karşımıza çıkar. Bu kahramanlar arasında ilk sırayı çeşitli sebeplerle düşmüş veya düşürülmüş kadınlar alır. Bundan başka, Millî Mücadele’yi yapan her kategoriden insanlar, inkılâpçılar, dejenere sosyete mensupları, ‘eski Osmanlı artıkları’, köylüler, hayatlarını batıl itikatların yönettiği halk, mürebbiyeler, haydutlar, uyuşturucu kullananlar, viranelerde yaşayanlar, bir de Atatürk gibi, İnönü gibi devlet adamları, yahut Reşat Nuri, Yakup Kadri gibi yazarlar vardır.

Aka Gündüz, yarattığı bu çeşitli sınıflara mensup kahramanlar ile, büyük bir sosyal değişme geçiren Türk cemiyetinin panoramasını çizmek istemiştir. “Aka Gündüz‘ün kahramanlarına bakış tarzı genellikle sübjektiftir. Bazı romanları birinci şahıs zamiri ile yazılmıştır. Bu durumda yazar, okuyucu ile kahramanın arasına girmeden, tezini daha sa mimi olarak savunmaktadır [2]

Eserleri;  Türk Kalbi (hikaye, 1911), Türk'ün Kitabı (hikaye, 1911), Kurbağacık (hikaye, 1919), Dikmen Yıldızı (roman,  1927), Odun Kokusu (roman, 1928), Tank-Tango ( roman, 1928), Hayattan Hikayeler (hikaye 1928), İki Süngü Arasında (roman, 1929), Yaldız (roman, 1930), Çapkın Kız (roman, 1930), Aysel (roman, 1932), Ben Öldürmedim (roman, 1933), Onların Romanı (roman, 1933), Kokain (roman, 1935), Üvey Ana (roman, 1935), Üç Kızın Hikayesi (roman, 1933), Aşkın Temizi (roman, 1937), Çapraz Delikanlı (roman, 1938), Zekeriya Sofrası (roman 1938), Mezar Kazıcılar (roman, 1939), Giderayak (roman, 1939), Yayla Kızı (roman, 1940), Bebek (roman, 1941), Bir Şoförün Gizli Defteri (roman, 1943), Eğer Aşk... (roman, 1946), Sansaros (roman, 1946), Bir Kızın Masalı (roman, 1954) 

Türk edebiyatına sayısız eserler veren Aka Gündüz'ün burada inceleyeceğimiz altı eseri; "Allah Kerim", "İki Süngü Arasında", "Bir Şoförün Gizli Defteri", "Üç Kızın Hikayesi", "Dikmen Yıldızı" ve "Üvey Ana" iki  kez  olmak üzere,  sinemada beyaz perdeye aktarılmıştır.


[1] https://www.turkedebiyati.org/yazarlar/aka-gunduz.html
[2] Sema Uğurcan, .biyografya.com/biyografi/1423


BİR SES BÖLER GECEYİ (2012)


 - Senaryo ve Yönetmen: Ersan Arsever, Görüntü Yönetmeni: Aldo Mugnier, Müzik: Cengiz Onursal ,Bora Ebeoğlu. Yapım: Şaman Film /Ersan Arsever, Kurgu: Mehmet Atan, Sanat Yönetmeni: Gülay Doğan, Uygulayıcı Yapımcı: Serpil Güler, Yapım Sorumlusu: Onur Çakır, Yapım Asistanı: Doğuş Akgün, Yönetmen Yardımcısı: Cem Terbiyeli, Devamlılık: Neslihan Aydın, Koordinasyon: Şükran Tuna, Kamera Asistanı: Tayman Tekin, Müge Alper, Post-Prodüksiyon Sorumlusu: Bilge Elif Turhan, Time Code: Sevgi Sezgin, Stüdyo Koordinatörü: Ahmet Edebali, Işık Şefi: Abdullah Yazıcı, Işık Asistanı: Osman Timuçin, Fatih Öztürk, İhsan İşçi, Sanat Yö-netmeni yrd.: Ersin Alacan, Kostüm Sorumlusu: Şenay Doğan Çıtak, Sanat Asistanı: Hale Bulut Bozkurt, Ersin Alacan, Makyaj: Sema Zeybek, Ses Tasarım: Emrah Aydoğdu, Ses Kayıt: Sertaç Müldür, Ses Kayıt Asistanı: Onur Akbaba, Cast Sorumlusu: Sultan Ertuğrul, Basın Sorumlusu: Aslı Atasoy, Zümrüt Burul, Set Amiri: Ali Kurşun,

Oyuncular: Cem Davran (Süha), Merve Dizdar (Gülizar - Demet), Gün Koper (İsmayil), Rıza Akın (Ali Rıza), Müfide İnselel (Fatma), Recep Yener (Hüseyin Yener), Tur-gay Tanülkü (Bektaş Sofu), İpek Tenolcay (Sevgi), Ali Sürmeli (Hızır), Olgun Toker (Zülfü), Diren Polatoğulları (Ekrem), Ahmet Ümit (Ahmet), TurgutÖzdemir (Rıfat), Fikret Altunhan (Fikret), Şahin Özgenç (Cengiz), Bahtiyar Engin Komiser), İsmail Sağlam (Muhtar), Ulaş Bakır (İsmayil 10 yaşında), Şükrü Yıldız (Komiser Yardımcısı)

Konu: Gök yarılmışçasına yağmur yağmaktadır, Süha gecenin içinden geçen bir tabut görür, frene basar. Gözlerini açtığında bir köy mezarlığındadır. Kendini mezar taşlarının arasında bulan Süha, boş bir mezardan geçmiş yaşamına doğru ilginç bir yolculuğa çıkacaktır. Polisiye romanların usta kalemi olan Ahmet Ümit’in 1994 yılında yayınlanan polisiye romanı olan Bir Ses Böler Geceyi okurlarına gerilim dolu bir polisiye sunuyor.

Şehirden çok uzakta kendi halinde bir köyün tam ortasında büyük bir cem evi vardır. Karanlığın doldurduğu bir gecede cem evinde tören varken mezarlık duvarına bir cip çarpar ve gece ölüm kokan bu ses ile bölünür. Hayatı inişler ve çıkışlar ile dolu olan bir araştırma görevlisi bir gece yaşanan bu gizemi çözmek için çabalar fakat olaylar zinciri onu farklı bir yola sürükler. Alevi inancını da içine alan ve Alevi inancına bakış açısını değiştiren ender romanlardan bir tanesi olan Bir Ses Böler Geceyi bir taraftan okurlarına gizemli bir polisiye sunarken diğer taraftan Alevi inancının gizemli yanlarını paylaşıyor.