(1990 - 11
Haziran1980) Cumhuriyet dönemi şairlerinden Dıranas, 1909 yılında Sinop'un
Salı köyünde dünyaya geldi. Ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesi'nde tamamladı.
Lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar,
şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular.
Ankara Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde
çalıştı (1930-1935). Ankara Hukuk Fakültesi'ne iki yıl devam ettikten sonra
İstanbul'a gitti, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi ve burayı bitirdi.
Bu arada Güzel Sanatlar Akademisi'nde kütüphane memurluğu yaptı. Dolmabahçe
Resim ve Heykel Müzesi resim yardımcılığında bulundu.
1938'de Ankara'ya döndü ve CHP Genel Merkezi'nde Halkevleri
Kültür ve Sanat Yayınları'nı yönetti. Ağrı dolaylarında askerlik görevini
yaptıktan sonra, Ankara'da Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürü, Kurum Başkanı
(1957-1960), daha sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi oldu. Devlet Tiyatrosu
Edebî Kurul Başkanlığı, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Politikaya
atılarak Zafer gazetesinde yazılar yazdı. Birkaç kez DP'den milletvekili adayı
olduysa da seçilemedi. Yayımlanan ilk şiiri, "Ankara Lisesi’nden Muhip
Atalay" imzasıyla Milli Mecmua'da çıkan "Bir Kadına" adlı
şiirdir (15 Eylül 1926).
Hece şiirinin son kuşağı denilebilecek şairler arasında Ahmet
Muhip Dıranas, çağcıl Batı şiirine (Baudelaire, Verlaine) en yakın, kendinden
bir iki kuşak sonrası şairler üzerinde, az sayıda şiirle bile olsa, uzun süre
etkili olan bir şairdir. O da hocası Tanpınar gibi az yazmış, seyrek
yayımlamış, şiirlerini şiire başladıktan nerdeyse elli yıl sonra (1974)
kitaplaştırmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki kuşaktan
ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan aldığı etkileri sanatına
yedirerek özgün bir şiire ulaşmıştır. Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama
durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekselde çağdaşlığı yakalayan,
çağrışım gücü yüksek, yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş
örgüsüyle unutulmaz şiirler yazdı. Şiirlerinde aşk, tabiat, ölüm, hatıralar,
sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü boyutlar içinde verilmiştir.
FAHRİYE
ABLA
Hava keskin bir kömür
kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün
batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi
baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi
bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş
aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve
ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun
sen, Fahriye Abla!
Eviniz kutu gibi
küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu
örtük bir evdi;
Güneşin batmasına
yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi
kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir
saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar
açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun
sen, Fahriye Abla!
Önce upuzun, sonra
kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun
bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı
bütün erkeklerin
Altın bileziklerle
dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda
kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar
söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun
sen, Fahriye Abla!
Gönül verdin derlerdi
o delikanlıya,
En sonunda varmışsın
bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu
ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı
Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri
gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey
değişmez zamanla,
Ne vefalı komşumuzdun
sen, Fahriye Abla!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder