- Bugüne kadar İkinci Bahar,
Kara Melek, Yeditepe İstanbul, Hırsız Polis ve Gönül İşleri gibi birçok diziye imzasını
atan yönetmen Türkan Derya'nın ilk uzun metrajlı yapımı büyük bir aşk
hikayesini anlatıyor. Filmin başrollerinde de yıldızı parlayan genç oyuncular
Burcu Biricik ve Özgün Çoban yer alıyor.
Çok Uzak Fazla Yakın filmi İki üniversiteli gencin tanışmalarının ardından yaşadıkları büyük aşkları ve iniş çıkışları seyirciyi derin duygulara sürükleyece Burcu Biricik ve Özgün Çoban’ın başrollerini paylaştığı, Türkan Derya’nın senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı Çok Uzak Fazla Yakın, romantik türünde alışmış olduğumuz filmlerden uzaktadır. Film, “biz – birinci çoğul şahıs” anlatım ekseninde İzmir’de birbirini çok seven iki karaktere odaklanmıştır. Filmde ilk bakışta göze çarpan karakterler ve nesnelerin kullanımı aktarılan kompozisyonu yüzeysel bırakmaktadır. Ancak filmdeki bu yüzeysel geçişler ana karakterler de dâhil olmak üzere, filmin kompozisyonunu genel geçer şartlara indirgemektedir. Bu da seyirciyi, aktarılan hikâyeye karşı yanlış yorum yapmaya itebilir. Filmde can sıkıcı tasvirlerin temsilleri asıl hikâyeyi anlatmakta fon niteliğinde kullanılmıştır. Genel bir kanıya göre sosyal şartları belirleyici kılan gerçekçiliktir. Filmin hikâyesinde de belli bir kurguya dayanarak ana karakterler üzerinden sosyal şartlara bağlı olarak duyusal geçişler yansıtılmıştır. Dolayısıyla sosyal ve fiziksel çevre betimlemeleriyle düzenlenen bir hikâye ekseninde seyirci olarak aksesuar olmaktan öteye geçemiyoruz. Ancak duyular arası anlık geçişler, seyirciyi anlatımın içerisine sokuyor.
Filmde zaman kavramı açısından ana karakterler
arasında düzenli olarak yaşanan ani duygu değişimi, temelde filmin ana
aksesuarı olmuştur. Bu aksesuar, kimi zaman, varoluş ile yok oluş arasında
gidip gelmektedir. Filmin hemen her karesinde bu kutuplar birbirini hızlı bir
şekilde çekmektedir. Seyirci ise daha çok anlatım içinde yüzmektedir; varoluş
ve yok oluş aynı anda deneyimlenir. Ana karakterler bize ara ara varlığı, belki
de bir yerde benliği sorgulatır. Zira filmin temelinde yatan kompozisyon
içerisinde kendi hayatımızdan da parçalar bulmamız mümkündür. Bu sayede benlik;
varoluş ve yok oluş ekseninde hareket eder. Özgün Çoban'ın oynadığı Cem
karakteri "ben" merkezli hareket ederken Aslı rolünü oynayan Burcu
Biricik ise daha çok Cem'in "ben" merkezi ekseninde dolanan bir
karakter olmuştur. Yönetmen bu ikilinin arasında geçen yoğun duygusal geçişleri
geçmiş ile gelecek temelinde düzleme oturtmuştur. Filmde bolca kullanılan flash
back ve flash forward geçişleri filmin iskeletini oluşturan başat araçtır. Bu
geçişler esnasında karakterler her zaman
kendi düzeylerini korumuşlardır: Cem kibirli, hırslı, hayallerinin peşinden
giden biriyken Aslı ise daha çok duygusal, her şeyden önce sevdiği erkeği ön
planda tutan biridir. Bu iki farklı karakteri aynı noktada buluşturan şey
umudun ve umutsuzluğun içten dışa, iradeye bağlı olarak kurulup bozulmasıdır;
sonra tekrar kurulması ve tekrar bozulmasıdır.
Filmin sonlarına doğru
ana karakterler arasında hayat, durumlar toplamına dönüşmüştür. Bu noktada
yönetmenin filme karşı tavrını da görmüş oluruz. Bunun ışığında ilişkiler,
sözcükler, davranışlar bizi duygu durumlarının sınırında dolaştırır. Esasında
bu durum filmin bize sunduğu yalın bir gerilimdir. Bu gerilim içerisinde yer
yer ironik durumlar ve saçmalıklar ön plana çıkmıştır. Daha çok karakterlerin
kendi iç dünyasında olan bu gerilim, soyut bir dışavurumdur. Bu soyutluk filmin
kompozisyonun nasıl ilerleyeceğine dair bize fazla bilgi vermez. Film yaşama
dair, yaşamın içinden aforizma niteliğindedir; yaşama, gerçekliğe, duygu
durumlarına hiçbir şekilde tanımlama getirmez. Onların ne olduğuna dair
herhangi bir açıklama yapmaz. Film açıklama, tanım beklemeksizin seyre
geçilmeli. Öte yandan filme, filmin türüne bağlı olarak belli bir amaç
doğrultusunda gitmek seyirci açısından yanlış bir tercih olacaktır. (Burcu
Meltem Tohum)
Eleştiri
Televizyon dünyasında farkını açıkça ortaya koyduğu
işlere imza atan Türkan Derya tutkulu bir aşk hikayesi ile sinemaya merhaba
diyor. Filmin başrollerini, ilk sinema deneyimlerini yaşayan Burcu Biricik ve
Özgün Çoban paylaşıyorlar. "Çok Uzak Fazla Yakın",
sinemamızda eksik olduğu düşünülen efsane aşk hikayelerinin yerini doldurmaya
aday olarak çıkıyor karşımıza.
Filmde, İzmir Güzel Sanatlarda okuyan üniversite
öğrencisi Aslı ve Cem’in hikayesine konuk oluyoruz. Aslı’nın gizli kapaklı
işler çevirirken, yine gizli kapaklı işler çeviren Cem’i fark etmesiyle
başlıyor film. Derhal aşık olan Aslı, habersiz bir şekilde Cem’in
fotoğraflarını çekerek ona olan hayranlığını bu fotoğraflarla perçinliyor.
Resim bölümünde okuyan Cem ise bu güzel gözlü kızı fark etmeyerek üstelik fark
etiğinde de soğukkanlılığını sonuna kadar koruyarak aşka kolay kapılmayacağı
izlenimini veriyor. Ve fakat bir kıvılcım yetiyor aşkın doğmasına. Her ikisi de
sakınımsız bir şekilde, tüm olağanlığıyla birbirlerine kapılıyorlar. Bu
noktadan sonra iki genç aşığın coşkusuna tanıklık ediyoruz. Fragmanlar şeklinde
akan bu görüntülerin hepsi çok sıcak ve samimi sahneler. Fakat tüm bu coşkuyu
filmin genelinde yakalayamıyoruz.
Karakterler Yeterince İşlenememiş
Türkan Derya, aşkın fiziksel çekim etkisini,
ilişkiye ortak tarih yükleyerek derinleştirmeye çalışıyor. Bunu yaparken
toplumun ve bireyin yara almış yanlarına parmak basıyor. Bir yanda Alevi
kimliği ile Cem, diğer yanda annesi tarafından küçük yaşlarda terk edilen,
babası ve halasıyla yaşayan Aslı’nın hikayesi. İki tarafı yaralayan olaylar
aşkın sadece fiziksel etkileşimden çıkıp ruhsal birlikteliğe de dönüşmesine
zemin hazırlıyor. Ancak yaratılmaya çalışan duygu birliğinin tam olarak
aktarıldığını düşünmüyorum. Bu duruma karakterlerin derinleştirilememesinin
katkısı büyük. Film, arka planda silik bir şekilde cereyan eden olayların
hikayeye yedirilmesi noktasında sıkıntılı. Bunun en önemli sebeplerinden biri
Cem karakterinin kendini net olarak ortaya koyamaması. Cem’le çizilmeye
çalışılan serseri ruhlu bir delikanlı imajı mı, onun devrimci yanını besleyen
muhalif kimliği mi ya da araya sıkıştırılan Alevi kimliği mi? Tüm bunların
bileşiminden oluşan Cem karakteri yeterince işlenemediği için yerli yerine oturtamıyoruz
filmi. Aslı karakteriyle Burcu Biricik’e ‘yakın’laşırken, Özgün Çoban’ın
canlandırdığı Cem karakterine ‘uzak’ kalıyoruz. İçinde bir giz barındırdığını
düşündüğümüz Cem’in gizi yerini boşluğa bırakıyor.
Klasik
Sahneler
Yönetmen bir aşk hikayesine odaklanırken
karakterleri oluşturan imleri yeterince işleyemiyor. Cem’in ötekileştirilmesine
sebep olan Alevi kimliği toplumun kabuk bağlayan yaralarından. Elbette Alevi
kimliğinin saklı tutulduğu, bu sebepten aşklarını arkada bırakan ilişkilere
tanıklık ettik. Fakat Cem’in, umarsız, kendinden emin, yalnız ve mağrur halinin
Alevi kimliğinden kaynaklandığını tahmin etmek güç. Çünkü buna dair ipuçları ya
da sezgi yok elimizde. Aslında kendini korumak için gardını alan Cem’in Alevi
olduğu itirafı gibi okulda yaptığı ve yönetimi protesto ettiği konuşmanın
inandırıcı yanı da yok. Alevi olduğu için kız arkadaşları tarafından terk
edilen Cem, “yular gibi kravat takmaktansa güzel gözlü bir kızın verdiği yuları
boynuna takmayı” tercih ettiği o törendeki devrimci duruşu da yerine oturmuyor.
Tüm bu rahatsızlıklara
rağmen yönetmen, iki üniversiteli aşığın coşkusunu, aktardığı çok güzel ve
samimi karelere tanıklık ediyoruz. Türkan Derya’nın bu konuda akılda kalacak,
klasik sahnelere imza attığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Sonuç olarak film
çıkış noktası olarak doğru bir yerde dursa ve değerli bir bakış açısına sahip
olsa da, iddia ettiği boşluğu doldurmaktan uzakta. (www.gazeteduvar.com.tr - Esra Karataş)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder