Translate

2 Mart 2020 Pazartesi

ÖNSÖZ


Türk Sinemasının Başlangıcı

Bizde Türk sineması, bugün bazı sinema yazarlarlarımızın kabullenmemesine rağmen,  Osmanlı döneminde 14 Kasım 1914 de Rus abidesinin yıkımı ile başlamış kısa  belgesel film ile başlamıştır. Sonraları başlangıçta sessiz ve kısa olarak çekilen  konulu filmlerde oynayacak özellikle kadın oyuncuları  bulmakta zorluk çeken sinema yapımcıları, o dönemde ermeni topluluklarında rol alan tiyatroculardan kadrolarını seçmek zorunda kalmışlardır. 1923 yılına kadar geçen süreç tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul’un Türkiye’ye dönüşüyle değişmeye başlamış ve 1939 yılına kadar sürecek olan “Tiyatrocular Dönemi” başlamış olur. 17 sene sürecek olan bu hegemonya içerisinde Muhsin Ertuğrul’un 1931 yılında rejisini yapacağı “İstanbul Sokaklarında” filmi ile sessiz sinema dönemi sona erecek ve sesli sinema dönemi başlayacaktır.

Yıllar 1939’u gösterdiği zaman, artık Muhsin Ertuğrul ve Tiyatrocular dönemi kapanmış, Türk sinemasında 1952 senesine kadar sürecek bir “Geçiş Dönemi” başlamıştır. Pek tabidir ki Muhsin Ertuğrul bu dönem içinde de filmlerini çekmeğe devam edecektir. 1952 yılında ilk renkli film ve Ertuğrul’un son filmi olan “Halıcı Kız” seyirciden destek alamamış ve film gişe hasılatını sağlayamayınca, Muhsin Ertuğrul sinemayı tümüyle bırakacaktır. 1939-1952 yılları arasında devam edecek olan “Geçiş Dönemi”nde sinemamıza çok değerli yönetmenler kazandırılmıştır. Bunlar arasında sırası geldikçe filmlerine yer vereceğimiz yönetmenlerden; Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Turgut Demirağ, Şakir Sırmalı, Çetin Karamanbey, Aydın Arakon, Orhan Murat Arıburnu gibi çoğu tiyatro kökenli yönetmenleri sayabiliriz.

Artık yıl 1952 yi gösterdiğinde Lütfi Ömer Akad ile başlayacak olan ve 1963 yılına kadar devam edecek “Sinemacılar Dönemi” başlar Türk Sineması’nda. Bu sinemanın yönetmenleri arasında kimler yok ki; sinemamızın duayen yönetmeni büyük usta Lütfi Ömer Akad en başta. Bunu sırasıyla onu takip eden Metin Erksan, Atıf Yılmaz Batıbeki, Osman Fahir Seden, Memduh Ün, Nevzat Pesen, Orhan Elmas, Ertem Göreç, gibi ustalar Türk sinemasına birbirinden güzel filmleri hediye etmişlerdir.

1963-1980 yılları arasında “Yeni Türk Sineması” adı verilen yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem sinemacılarını sinema tarihçilerimiz “Eski Kuşak”, “Orta Kuşak” ve “Genç Kuşak” olarak üç gruba ayırmışlardır. Birinci kuşakta yer alan sinemacılar arasında ve yukarıda isimlerini verdiğimiz Lütfi Ömer Akad, 1962-1972 yılları arasında kendisini yenilemesini çok iyi bilmiş ve başarılı çalışmalarıyla ustalığını herkese kabul ettirmiştir. Bu ustaların filmlerine ileriki sayfalarda senelerinde yer verilmiştir.

Orta Kuşak” yönetmenleri arasında oyuncu-yönetmen olarak büyük ün sağlayan Yılmaz Güney en başta gelir. Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu, Vedat Türkali, İhsan Yüce, Şerif Gören, Zeki Ökten, Fevzi Tuna, Yücel Çakmaklı, Bilge Olgaç, Türkân Şoray, Kartal Tibet, takip etmektedir.

 Genç Kuşak” yönetmenleri arasında yer alan, Ömer Kavur, Erden Kral, Yavuz Özkan, Ali Habip Özgentürk, Tunç okan, Korhan Yurtsever, Tarık Dursun Kakınç, Tuncel Kurtiz, gibi yönetmenler başarılı filmlere imza atmışlardır. 1970-1980 yılları arasında sinemamızın buhrana girdiği dönemlerde seks furyası başlamış, çoğu oyuncular ve yönetmenler sinemamızı bir süre için terk etmişler, Yeni yeni oyuncu, yönetmen ve yapımcılar türemeye başlamıştır. Bu artık Yeşilçam Sineması’nın da sonu demek olmuştur.

Türk sinemasında Yeşilçam devri kapanmış Milenyum sinemacıları adını verdiğim bambaşka genç dinamik, başta yönetmenler olmak üzere okullu sinema emekçileri alışa gelmiş sinema yapıtlarını sinemaseverlere eserlerini sunmaya başlamışlardır. Bunlar arasında, Nuri Bilge Ceylan, Çağan Irmak, Osman Sınav, Erdoğan Yılmaz, Sinan Çetin, Cem Yılmaz, Ferhan Şensoy, Serdar Akar, Durul ve Yağmur Taylan Kardeşler, Tomris Giritlioğlu, Turgut Yasalar, Mustafa Kara, Ezel Akay, İsmail Güneş gibi daha birçok yönetmen filmlerde yer almışlardır.  Bu kısa açıklamalarla Türk Sineması'na bir giriş yaptıktan sonra, Türk Sineması'nın edebiyat uyarlamalarına göz atalım.

"Sinema-edebiyat ilişkileri" konusunda öncelikle bir sınır çizmemiz gerekiyor. Elbette Oyun uyarlamaları dahil olmak 'üzere, yazarların basılı herhangi bir öyküye ya da romana dayanmasa da, yalnızca özgün senaryolarla bu ortak çalışmalara katılmaları, sinema-edebiyat ilişkilerinin ayrılmaz bir parçasıdır.  Çünkü ortada edebi bir metin vardır. Ve sonuç olarak, başarılı ya da başarısız her şey, iç içe yürüyen bir yazınsal metinden, bir edebiyatçı kimliğinden kaynaklanmaktadır. Ancak, bizim burada temel bir seçim olarak ele aldığımız, yalnızca okur önüne çıkmış, basılı öykü ve roman türüdür. Bu metinlerin sinemaya uyarlanmasıdır. Bu nedenle oyun uyarlamaları ve edebiyatçılarımızın herhangi bir romanı veya öyküyü temel almadan yazdıkları bağımsız senaryo çalışmaları ayrı bir çerçeve içinde ele alınmalıdır bizce".

Türk Dili ve Edebiyatı isimli internet sitesinde  sinema-edebiyat ilişkileri, yukarıdaki bu satırlarda böyle açıklanmakta. Edebiyatımızda yer alan romanlar (eserler-hikayeler), öncelikle Yeşilçam'da sinema yapımcılarının  dikkatini çekmekle kalmamış,  bunlar   Türk sinemasına hizmet veren değerli senaristlerimizin de esin kaynağı olmuştur.  Sinema yapımcılarımız sadece yerli  edebiyatçılarımızın eserleriyle yetinmemiş, zaman zaman konu bulmakta ve yazmakta zorlanan senaristlerimizin yükünü bir nebze azaltmak ve gişe hasılatını çoğaltmaya yönelik, dış yapım filmlere ve romanlara da el atmışlardır. Burada TV dizileri ve yabancı film uyarlamaları  konumuz dışı olduğundan  bu çalışmada yer almamıştır.  Kaldı ki yabancı film ve dış kaynaklı romancıların  eserlerinden  uyarlanan Türk filmleri, saptayabildiğim  kadarıyla çok ilginç bir özel dosyayı oluşturur. Bununla ilgili çalışmamın araştrmaları bitmiş ve  yazım aşamasına gelinmiştir.

Türk sinema filmlerine konu olan eserlerin ve yazarlarının isimleri ve beyaz perdeye aktarılan filmlerin kaçar kez çekimlerinin yapıldığı Ek listede belirtilmiştir. Sinema  yazarı  ve yönetmeni Muhsin Ertuğrul döneminden başlayarak bugüne kadar süregelen zaman dilimi içinde senarist ve yönetmenlerimiz  yüz yıllık süreç içinde araştırmalarıma göre yaklaşık 7000 filme imza atmışlar, ve bu filmler konuları itibariyle  şöyle olmuştur.

a) Kurtuluş Savaşı edebiyatı uyarlamaları
b) Köy ve kasaba edebiyatı uyarlamaları.
c) Polisiye serüven, casusluk romanları uyarlamaları.
d) Dram, melodram ve hafif roman, uyarlamaları.
e) Tarihsel roman uyarlamaları.
f) Güldürü edebiyatı uyarlamaları.
g) Siyasal roman uyarlamaları.

Buradaki çalışmamda bu türler ile ilgili filmlere doğrudan yer vermeyip, yazarlarımızın biyografisinin  ardından, yapıtlarının hangi senelerde kimler tarafından filme aktarıldığını ve türü hakkında bilgilere yer vereceğim. Genel olarak  bir sayı vermek gerekirse, aynı roman ve öykülerin ikinci ya da üçüncü çevirimleri dahil olmak üzere, jeneriklerinden ve diğer kaynaklardan  elde ettiğim edebiyat uyarlamaları 128 yazarımızın  469 filmini içermektedir.

Genellikle Cumhuriyet Dönemi edebiyatçılarımızın çokluğu karşısında, üretilen eserlerin oldukça fazla olmasına rağmen, binlerce filmin içinde sadece az sayıdaki yazarlarımızdan esinlenerek sayısı 500'ü bile bulmayan filmlerin yapımı düşündürücüdür.

Türk sinemasının ilk günlerine dönersek, 1910'lu yılların sonlarında ilk kez bu ilişkilerin tiyatro oyunlarıyla başladığını görürüz. Çünkü bu dönem "tiyatrocular dönemi"dir

İlk roman uyarlaması ise Hüseyin Rahmi Gürpınar'la başlar. Ardından gelen Muhsin Ertuğrul için de benzer şeyler söylenebilir. Muhsin Ertuğrul, 1940'lı yılların başında Nâzım Hikmet'in öyküsü "Kahveci Güzeli"yle son edebiyat uyarlamasını sürdürürken, bu türde köklü bir değişim olmasa da belli farklılıklar göze çarpar. Örneğin Faruk Kenç'in Vâlâ Nurettin'den uyarladığı "Yılmaz Ali", Turgut Demirdağ'ın Reşat Nuri Güntekin'den uyarladığı "Bir Dağ Masalı", sinemasal anlatı açısından çok daha başarılıdırlar.

1923-1951 arası sinemada üç kez gündeme gelen Halide Edip Adıvar'ın öne çıkan birinci özelliği, milliyetçi kimliği ve de Kurtuluş Savaşı'nı büyük bir coşkuyla ele aldığı romanlarıdır kuşkusuz. Ve bu uyarlamaların en başarılısı da tiyatro dışı bir sinemacı yönet menin, Lütfi Ö. Akad'ın çektiği "Vurun Kahpeye" dir. 1953'te Atıf  Yılmaz "Hıçkırık"ı beyaz perdeye uyarlarken elbetteki tecrübesiz, bir yönetmendir. Haliyle bu uyarlamada seyircinin asıl beklentisi, yönetmenin nasıl bir anlatım sergilediği değil, zihinlerdeki "Nalan"la Kenan'ın ölmeyen aşkı"dır. Kerime Nadir in "verem edebiyatı" Atıf Yılmaz'ın görüntülerinde fotoromanlaşsa da, o yılların beğeni ölçüleri içinde seyircide önemli bir değişiklik olmayacaktır. Kerime Nadir'in "ince hastalıklı kara sevdalar"dan oluşan dünyasına karşılık Esat Mahmut Karakurt'un kahramanları ateşli kadınlardan, maço erkeklerden oluşur. Cinselliği gerçek yaşamın bir parçası olarak ele alır.

Daha örnekleri çoğaltılarak yer verilebilecek olan sinemaya katkıları olan  yazar ve yönetmenlerimiz ile ilgili açıklayıcı bilgileri bir kenara bırakarak, Yeşilçam sinemasına hayat veren  yazarlarımıza ve onların  romanlarından esinlenerek hayata geçirilen (çekilen) filmleri inceleyelim.

"Yalçın Özgül"


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder