Translate

10 Nisan 2020 Cuma

BÖCEK (1994) - Erhan Bener


Senaryo ve Yönetmen: Ümit Elçi, Görüntü Yönetmeni: Colin Mounier, Yardımcı Yönetmen: Ali Yaylı, Yönetmen Yardımcısı: Serpil Kurtça, Kamera Asistanı: Metin Balekoğlu, Eyüp Boz, Sanat Yönetmeni: Annie G.Pertan, Sanat Yön. Yrd: Cemal Alpan, Yürütücü Yapımcı: Ahmet Şişman, Yardımcı Yönetmen: Şükran Elmalıoğlu, Ali Yaylı, Kurgu: Aytuğ Aydın, Kurgu Asistanı: Ayşe Ertung, Müzik: Cem İdiz, Script: Figen Şakacı, Işık Şefi: Nezih Yücel, Işık Teknisyenleri: Berzan Yücel, Murat Büyük, Special Efect: İbrahim Önen,  Makyöz: Nevin Barut, Set Fotoğraf: Ayşem Çelikiz, Jenerik: Özkan Sevinç Semihan Sevinç, Grafik: Print A.Ş., Belgesel Kamera: Serdar Pehlivanoğlu, Dolly Operatörü: Kenan Bal, Set Teknisyenleri: Taci Erşan, İbrahim Tekin, Ulaşım Sorumlusu: Tayfun Yaylı, Ulaşım Görevlileri: Sedat Keskin, Ahmet Karaköse, Orhan Paksoy, Basın-Halkla İlişkiler: Serap Engin, Yapım Koordinatörü: Eren Merzeci, Aksiyon Kiralama Servisi: Deniz Bayar, Film Yıkama: Ekrem Şen, Arif Şengül, Film Baskı: Veli Burç, Uğur Orbay, Negatif Montaj: Tamer Eşkazan, Renk Düzeltme: Türker Vatan, Uğur Orbay, Seslendirme Yönetmeni: Nevzat Çankara, Ses Mühendisi: Erkan Esenboğa, Ses Kayıt Ast: Metin Çeşmebaşı, Efektör: Ayhan Arlı, Yapım: Aksiyon Film/S. Kadir Yılmaz,  “Kültür Bakanlığı katkılarıyla” (Şafak Film Stüdyolarında hazırlanmıştır)

Oyuncular: Halil Ergün (Recai), Nurseli İdiz (Binnur), Füsun Demirel (Haşmet), Meltem Cumbul (Genç Kız), Levent Güner (Serdar), Mustafa Suphi Baltacı (Kayınpeder), Saime Bekbay, Erdoğan Seren (Dayı), Elif Kramer (Komşu Kadın), Erdoğan Sıcak (Bakkal), Münir Akça (Adli Tabip), Orhan Gözen (Dolmuş Şoförü), Sevil Nursan (Suçlu Kadın), Cem Akman (Karakol Müdürü), Ali Yaylı, Murat Aydın (Genç Mutemet), Nazım Yılmaz (Militan), Kâmil Korunan (Torpilli Genç), Muhlis Asan (Garson), Ayşe Selen, Arda Esen (Âşık Genç), Yusuf Atala (Arabalı Genç), Burhan İnce (Mutemet), İhsan Ustaoğlıu (Kalfa), Emrah Özkaya (Genç Recai), Tuğçe Çintan (Kızkardeş), Cengiz Deveci (Ambulans Doktoru), Lütfü Özdemir (Şube Müdürü), Ali Zebi (Nikah Memuru), Öldürülen Militanlar: Ali Yaylı, Şahine Hatipoğlu, Mustafa Yeşil, Mehmet Öcalan, Salih Çuhadaroğlu (1.Polis), Latif Akgedik (2. Polis), Şevket Yıldız (3. Polis), Turgay Güllüoğlu (4. Polis)

Konu: Bir polisin ölümünden önceki son günlerinin öyküsü. Komiser Recai bey (Halil Ergün), yeni taşındığı evinde geçmişe dönerek kendi kendiyle hesaplaşır. Kendi yüzünden ölen kız kardeşi, onu suçlayan ailesi, karakola suçlu olarak getirilen astım hastası genç kızla (Nurseli İdiz) evlenişi, ama bir kez bile onunla sevişememesi... Recai bey sonunda geçirdiği bunalım sonucu penisini keser.

Ödül:
u 32. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde;(1995)
S "En İyi Film" ve Halil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu" “[1]
u9. Adana Altın Koza Film Festivali'nde;
S "En İyi 2. Film"
SHalil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu"
uMagazin Gazeteciler Derneği seçiminde;
S "En İyi Film"
SHalil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu",
u SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) seçiminde (1996);
S"En İyi 2. Film"
SHalil Ergün "En İyi Erkek Oyuncu",
SFüsun Demirel "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu"

&  Franz Kafka'nın kahramanı, bir sabah uyandığında kendisini kocaman bir hamam böceğine dönüşmüş bulmuştu. O zamandan beri insanlarla böcekler arasında garip bir bağ vardır: çevrelerindeki kimi  insanları ezilmesi gereken iğrenç böcekler olarak gören ruh hastaları, aynı biçimde günün birinde öyle bir böceğe dönüşmekten ve bir böcek gibi ezilmekten ürker dururlar. . .

Edebiyatımızın tam anlamıyla hakkı verilmemiş en ilginç yazarlarından biri saydıgım Erhan Bener, bilmiyorum bu romanı yazarken derinden derine Katka'yı mı düşündü? Ne olursa olsun yoğun bir psikolojik derinliği ve oldukça kusursuz bir insan portresi çizme özelliği var bu romanın... Ve aslında sinemalaştırılması kolay olmayan böyle bir yapıta sarılmakla, Ümit Elçi baştan bir cesaret örneği vermiş denebilir.

Ama Ümit yüreklidir. Daha önce de Tarık Dursun'un Kurşun Ata Ata Biter, Çetin Altan'ın Bir Avuç Gökyüzü gibi zor romanını başarıyla filme almış, Kürt aşk masalı Mem- u Zin' de ise, efsanenin naifliğine gerekli görsel karşılığı bulamadığından, müsamere düzeyini pek aşamamıştı.  Anlatılan, polis memuru Recai'nin öyküsüdür. Bir rastlantı sonucu polis olmuştur. O yoksa herhangi başka bir iş de yapabilirdi. Toplumumuzun baskıcı düzeninin ve bireyselliği ezen koşullarının yarattığı bir ruh hastasıdır o, biraz da kuşkusuz kişisel, belki de kalıtımsal özeliklerinin de katkısıyla... En hafifiyle sevgisiz, hoşgörüsüz, nefret yüklü bir insandır. Kadınlardan, gençlerden, aydınlardan ve hemen herkesten eşit ölçülerde nefret eden...




[1] Jüri Üyeleri: Hulki Saner (bşk.), Müjde Ar, Zeynep Avcı, Burçak Evren, Şerif Gören, Prof. Ünsal Oskay, Doç.Dr. Latife Mamıkoğlu


ÖLÜ BİR DENİZ (1989) - Erhan Bener


Yönetmen: Atıf Yılmaz Batıbeki, Senaryo: Mahinur Engin, Atıf Yılmaz,  Görüntü Yönetmeni: Erdal kahraman, Yönetmen Yardımcısı: Seçkin Yaşar, Müzik: Selim Atakan, Kameraman: Ahmet Selvidal, Işıkçılar: Remzi Biçer, Şevki Gezer, Yapım Danışmanı: Leyla Özalp,  Sanat Yönetmeni: M. Ziya Ülkenciler, Otantik Müzikler: Los Latinos Del Paraguay,  Kurgu: Mevlut Koçak, Dekor Aksesuar: Çetin Tokay, Set Ekibi: Erdal Sümer, Recai Sümer, Aziz Kıskanç, Yapım Yönetmeni: Sadık Deveci, Ahmet Altunterim, Seslendirme Yönetmeni: Osman Görgen, Ses Kayıt ve Miksaj: Erkan Aktaş, Renk Uzmanı: Adnan Şahin, Senkron: Mustafa Kalkan, Negatif Kurgu: Eyyüp Yıldız, Llaboratuvar: Yahya Öztürk, Salon Efektleri: Özdemir Özkara, Jenerik: İlhan Demirel, Ökan Sevinç, Yapım: Yaşilçam Filmcilik/Atıf Yılmaz, (Fono Film Stüdyosu’nda hazırlanmış ve seslendirilmiştir).

Oynayanlar:  Türkan Şoray (Yüksel), Rutkay Aziz (Adnan), Özdemir İnce (Ragıp), Turgay Betil (Fuay), Tarık Günersel (Tahir), Kerem Yeğin (Metin), Dursun Ali Sarıoğlu (Kaptan), Sema Özlüer (Hayriye), Artuğ Güldürsün (Kerim),Levent Gürol (Ali), Alptekin Polat (Ahmet), Dilara Batmazoğlu (Defne), Sevgi Kaşalı (Şadan), Banu Kaşalı (Banu), Reşat Bakar (1. Garson), Süleyman Koca (2. Garson), Bahar Keser (Kopyacı Kız), Sermin Karaali, Arslan Kaçar,

Konu: Başarılı bir banka müdürü olan orta yaşlı Yüksel (Türkan Şoray), evliliğinde aradığı sevgiyi ve arkadaşlığı  bulamamıştır. Tekdüze iş yaşamında, evde bir eşya konumunda bulunmaktan, kocasına, oğluna hizmetçilik yapmaktan bunalmıştır. Bir otel odasındaki kaçamak da onu tatmin etmemiştir. Bu sıkıntılardan kurtulmak, biraz rahatlamak için gittiği deniz kenarındaki otelde, evinden ve ilişkilerinden kaçan emekli biyoloji öğretmeni Adnan   (Rutkay Aziz) ile tanışır. Onun kulubesinde bir hafta beraber olurlar. Sanki yen, keşfettikleri cinsel mutluluk ve tutkuyla sevişirler. Sonra eski yaşamlarına dönerler. 

& Atıf Yılmaz, Erhan Bener'in kısa bir romanından yola çıka­rak, son dönemindeki "Avrupai" filmlerin düzeyine yakışır bir film kotarmış. Tümüyle, olaylara dayalı, koza örer gibi örülmesi gere­ken bir film. Ve Atıf Yılmaz, bir kez daha kozayı örüyor; küçük, al­çakgönüllü, ama inandırıcı, estetiği tamam, ahlaksal yaklaşımı ise çağdaş b|r filmle seyircisini gönülden avlamayı seçiyor.

Yılmaz'ın "ressam yanının kendini duyurduğu, zevkli, zarif, incelikli bir film... Türkan Şoray ve Rutkay Aziz'in. canlandırdıkları kişilerin kimliğine başarıyla uydukları bu film, Altın Portakal alan Erdal Kahramanın görüntü­leri ve Selîm Atakan!ın müziğiyle de seçkinleşiyor.

ERHAN BENER


  (19 Nisan 1929, Lefkoşa / Kıbrıs –  2007 Ankara)  Yazar, şair, bürokrat.  Tam adı Hikmet Erhan Bener. Babasının öğretmenliği nedeniyle ilk, orta, lise öğrenimini Anadolu’nun çe şitli kentlerinde tamamladı. Kayseri Lisesinden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Şubesini (1950), ardından AÜ Hukuk Fakültesini bitirdi (1956). 1957’de şair Nusret Kemal Otyam ile gazeteci-yazar Fikret Otyam’ın kız kardeşiyle evlendi. 1958’de staj için Brüksel’e gitti, burada bir yıl kaldı. Dönünce Hazine genel müdür yardımcılığına atandı. Maliye Bakanlığı bünyesinde, maliye müfettiş muavinliği, hesap uzmanlığı yaptı. 1963’te Paris elçiliğimize maliye müşaviri olarak atandı. Uluslararası Ekonomik İşbirliği Teşkilatı OECD’de, bir yıl maliye müşavirliği görevlerinde bulundu. Türkiye’ye dönüşünde Maliye Bakanlığı Hazine Genel Sekreterliği kambiyodan sorumlu genel müdürlük görevine getirildi. OECD’de Türk heyetinin 2. başkanlığına atandı, 1973 sonuna dek bu görevini sürdürdü. Dönüşünde Emekli Sandığı genel müdürü (1973-75) oldu. Görevleri nedeniyle ABD’den Hindistan’a, Danimarka’dan İsrail’e kadar birçok ülkede bulundu. 1975’te kendi isteğiyle emekliye ayrılarak çalışmalarını Ankara’da sürdürdü. Özgür İnsan dergisini yönetti (1976). 1975-93 yıllarında, bir süre avukatlık ve bir bankada danışmanlık yaptı. Edebiyata şiirle başladı. İlk öykü ve şiirleri Yedigün, Seçilmiş Hikâyeler (1945-51), 1952’den sonra Varlık, Dost, Vatan dergi ve gazetelerinde yayımlandı. Aruz ölçüsüyle yazdığı şiirlerini topladığı tek şiir kitabı Sesler (1948)’de aruz ölçüsüne serbest biçem tadı verme çabasında göründü. Öykülerinde anılardan yola çıkarak yaşadıklarıyla ilgili gözlemlerini aktardı. Romanlarında bireyin toplum kuşatması altındaki sıkıntılarını ve bunalımlarını anlatmayı önceledi. Psikolojik durumlardan da yararlanarak insan duyarlığını, kırılganlığını, hüznünü dile getirdi. Yalın ve akıcı bir Türkçe ile yazdığı öykü ve romanlarında lirik bir anlatım ve güçlü gözlemler dikkati çeker. “Bizden” bir yazar olarak benimsendi. 1961’de Kedi ve Ölüm (Ara Kapı) romanıyla Türk-Fransız Kültür Cemiyeti Ödülünü aldı. 1979’da Hızır Doktor oyunuyla Muhsin Ertuğrul Ödülünü, Aşk-ı Muhabbet, Sevda ile 1992 Yunus Nadi Öykü Ödülünü, Alabalık öyküsüyle de 1993 Haldun Taner Öykü Ödülünü aldı. Ayrıca Hınzır Kız romanıyla 1996 Yunus Nadi Roman Ödülünü, Günbatımı Öyküleri’yle de 1996 Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülünü kazanan Bener’in; Böcek, Sisli Yaz, Ölü Bir Deniz, Yalnızlar romanları sinemaya aktarıldı. Böcek romanından çekilen lm 1997 Altın Portakal Ödülünü aldı. Bener, 2000 yılında da Fransız hükümetinin “D’ocier des Arts et Lettres Nişanı” ile ödüllendirildi. Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Dil Derneği üyesidir. “Son olarak Bener öykülerinde, insanı içtenlikle kuşatan o iyimser dünya görüşüne de değineyim bir iki satırla. Bana kalırsa Erhan Bener, klasik öykü ustalarımızdan günümüze gelen ‘insanı bütünleyici yazın anlayışı’nın tam bir ardılı. Onu okurken, bu anlamda insanal değerler kuşatıyor bireyi hep! Bu ‘değerler evreni’nde, yumuşacık bir çağıltı Erhan Bener’in öyküleri... İster ‘yaralı aşk’ deyin, ister ‘aşk yarası’, kendinizi bulacaksınız bu öykülerde. Yaşınız ister on yedi olsun, isterse yetmiş yedi, takın öyleyse yüreğinize bir yelken, denizlere çıkın! Göreceksiniz Erhan Bener ve Yaralı Aşklar, pusulanız olacak!” (M. Sadık Aslankara) “Erhan Bener, modern yazın geleneğimizin yapı taşlarından biridir. Romanlarında dile getirdiği bireyin ve onu sarmalayan toplumsal ortamın gerçeğine bakışı, kurduğu roman dünyası ile toplumun değişen/dönüşen yüzünü yansıtmadaki özgünlüğü onun romancı kimliğinin en ayırıcı özelliğidir.” (Feridun Andaç)

Roman: Acemiler (1952), Yalnızlar (1954), Gordium (1956), Loş Ayna (1960), Ara Kapı (1962, Kedi ve Ölüm adıyla, 1965), Baharla Gelen (1969), Elif‘in Öyküsü (1980), Oyuncu (1981), Ünlü Gezgin Macellos da Vinci‘nin Akıl Almaz Serüvenleri (1981), Böcek (1982), Ölü Bir Deniz (1983), Sisli Yaz (1984), Ortadirekler (1987), Tekilleşme (1990), Bir Büyük Bürokratın Romanı (1991), Anafor (1993), Hınzır Kız (1995), Köleler ve Tutkular (1999), Işığın Gölgesi (2000),  İlişkiler (2002). 
Öykü: Aşk-ı Muhabbet Sevda (1992), Gece Gelen Ölüm (1994), Günbatımı Öyküleri (1995), Denizaşırı Öyküler (1996), Yaralı Aşklar (1998), Aşk Nereye Kadar (2003), Bir Demet Mimoza (Seçme Öyküler, 2003), Dönüşler (2004).

 Oyun: Çıldırtan Yağmur (1980), Bürokratlar (1981), Hızır Doktor (1981), Şahmeran (oyunlaştırılmış halk masalı 1984, çocuk romanı olarak 1991). ŞİİR: Sesler (1948).
Anı: Bürokratlar (3 cilt, 1978-79, oyun olarak 1981), Arabalarım (2003). Çocuk Kitapları: Şahmeran Öyküsü (1991), Burcu Öğretmenin Öyküleri (1993).

BODRUM HAKİMİ (1976) Erdoğan Tokmakçıoğlu


 ”ASLA VE DAİMA” Yönetmen:  Türkan Şoray, Senaryo: Safa Önal, Kameraman: Çetin Tunca, Müzik: Cahit Berkay, Yapım: Akün Film/İrfan Ünal

Oyuncular: Türkan Şoray, Kadir İnanır, Mahmut Hekimoğlu, Kadir Savun, Nubar Terziyan, Yıldırım Gencer, Tarık Şimşek, Yavuz Selekman

Konu: Bir sahil kasabasına tayin edilen genç ve güzel hâkim kasabanın sevip saydığı, ağa bildikleri Ömer Bey’in işlerini karıştırmış ve tüm dikkatleri üzerine çekmiştir. Fakat Ömer Bey genç kadına âşık olmuş ve yaptıklarına ses çıkaramamıştır. Zamanla genç hâkim de Ömer'e sevdalanır fakat beraber olmalarına büyük bir engel vardır.

& Filmin ilk karelerinden sonra Bodrum garajına giren Birlik İnanç otobüsünün kapısı açılıyor. İlk birkaç yolcudan sonra Türkan Şoray iniyor. Salonda seyirci nefesini tutmuştur. Bir buluşmadır bu, iki yıla yaklaşan bir ayrılıktan sonra... Türkan Şoray, eskisi kadar, eskisinden de güzeldir... Özlemiştir seyirci Şoray'ı, kendine özgü havasıyla, oyunuyla... İlişki hemen kurulur, yeni baştan ve sonuna dek kopmaz bir daha... Şoray sinemaya dönüşünü başarıyla gerçekleştirmiştir.

Film ise bu arada baştan sona dek değişik bir grafık izlemekte, inişler çıkışlar göstermektedir: Bodrum'a hâkim olarak atanan Nevin'le yörenin güçlü kişisi, "ağası" Ömer Bereketoğlu arasındaki ilişkinin öyküsüdür bu... Hâkim Nevin, bu ilk görevinde işini ciddilikle, dürüstlükle uygulamaya, yasaların tüm gereklerini yerine getirmeye çalışır... Bu yasalar kendisini güçlü Ömer Bereketoğlu ile karşı karşıya getirdiğinde bile duraksamaz... Bereketoğulları, çok eski bir ailedir yörede... Civardaki gölden geniş arazilere, kasabanın otellerinden - dükkanlarına, çok şeyin sahibidirler... Ömer, "modern" ve "çağdaş" bir ailedır... Okumuştur, Avrupa'yı bilir, kent delikanlıları gibi giyinir, yaşar. Kasabalıdan aldıklarını, ailesinin geleneğine uygun olarak ödemeye çalışır: Okullar, hayratlar yaptıracak, düğünler, sünnetler düzenleyerek, yoksulları giydirererek... Bu iki kişilik değişik konumları içinde birbirlerini çekerler. Hâkim hanımın Ömer Ağa'yla savaşırnı, bir aşk öyküsüne dönüşür... Ama Ömer, ne denli iyi de olsa bir ağadır, ağalığını sürdürmek için günahlar işlemiş, elini kana bile , bulamıştır... Aşk sonunda bir "olanaksız sevgi"ye dönüşür...

"Bodrum Hâkimi", güzel bir aşk filmidir. Sinema seyircisi için en etkili temalardan biri olduğu bilinen "olanaksız aşk" motifi ustalıkla kullanılmıştır... Çekim, çevrenin, çevre insanlarının fon olarak kullanılışı, akıcı bir kurgu, başarılı bir görüntü ve müzik çalışması, özlenmiş ve bu özlemi gerçek bir oyun gücü sergilediği rolüyle gideren bir Türkan Şoray'ın yanı sıra, diğer oyuncular da iyidir... Fotoroman edebiyatının klasik bazı öğelerini taşıyan öyküye katılan ve ustaca kullanılan çevre, yaz özlemlerini yansıtan Bodrum kasabası, kasabanın halk ve bürokrasi kesiminden kişilerle bir yazın sorumsuzluğu içinde eğlenen yerli-yabancı turistlerin çelişkisi gibi öğeler, filme belli bir gerçeklik kazandırmışlardır...İki sevdalının kıyılar boyunca yaptıkları "mavi yolculuk" kimin düşlerine girmez, kim kendini onların yerine koymaz? Cahit Berkay'ın Akdeniz temaları taşıyan müziğinin katkısı da önemlidir. "Bodrum Hâkimi", bu haliyle Türk sinemasının son yıllardaki en iyi aşk filmlerinden biridir denebilir...

Ama "Bodrum Hâkimi", aynı zamanda kaçırılmış fırsatların, ziyan edilmiş bir konunun da filmidir... Ömer ağaya ve Bereketoğulları’nın göl sahipliğine yaklaşım, Türk toplumsal gerçeğine çok ilginç ve önemli bir bakış fırsatı getirebilirdi. Ömer ağanın halkça benimsenmiş, gerekliliğine, yararına inanılmış kişiliği, ağalık kurumuna sayısız yerli filmde klişe haline getirilmiş "Zalim ağa" tipinden daha gerçekçi bir yaklaşımdı... 1960 devriminden sonra, Milli Birlik Komitesi'nce yerlerinden sürülen 50 küsur Doğu ağası, bir süre sonra, hem de halkın çoşkun karşılayışı içinde yerlerine dönmediler mi? Göl sahipliği ise, yakın tarihin gerçek ve ilginç bir olayını, bir eski CHP genel sekreterinin adının karıştığı Bafa Gölü 'olayının öyküsünü düşündürmektedir. Film, bir yere dek tüm bu konuları deşecek, önemli toplumsal bildiriler taşıyacak gibi gözükmektedir. Ama umutlar çabucak kırılmakta, tüm umut verici öğeler, olgular, değinişler, aşk öyküsüne gerekli zemini hazırladıktan sonra sahneyi terk etmektedirler... Yapımcı İrfan Ünal, senaryocu Safa Önal, yönetmen Türkan Şoray, düzeyli bir aşk filmi, etkili bir sevda öyküsü yapmış olmanın huzurunu duyabilirler kuşkusuz... Ama aynı kişiler, "Bodrum Hâkimi" öyküsünün getirdiği çok ilginç yaklaşımları ziyan etmiş olmanın üzüntüsünü de belli ölçüde taşımak zorundadırlar... Türkiye'deki bugünkü sansür düzeni ve anlayışı egemen olmasaydı, kim bilir, "Bodrum Hâkimi" de sinemamızın uluslararası düzeyde övünebileceği yapıtlarından biri olarak ortaya çıkabilirdi... (Atilla Dorsay, “Sinemamızın Umut Yılları”, syf, 251)

ERDOĞAN TOKMAKÇIOĞLU

Resim yazısı ekle

(19 Nisan 1934 Denizli - 4 Eylül 2017 İstanbul) İl k ve ortaöğrenimini çok değişik yerlerde yaptı, 1951'de İzmit Lisesi'ni bitirdi. Ankara Hukuk Fakültesi ve DTCF Tiyatro Enstitüsü'nde öğrenim gördü (1951-1959). Ankara ve İstanbul'da 1952'den bu yana çeşitli gazetelerde, belli başlı ansiklopedilerde çalıştı. Edebiyata şiirle başladı. İlk öyküsü ‘Dolmuş’, Türk Dili Dergisi Öykü Yarışması'nda derece alınca (1953) öyküye yöneldi. Çocuğun Biri adlı öyküsü Dünya Gazetesi Yarışması'nda birincilik kazandı (1954).1951'de ilk baskısı yapılan Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca adlı yapıtı yurtiçinde ve dışında geniş yankılar uyandırdı. Kültür ve Dışişleri bakanlıklarının seçkisiyle yapıt, Bulgaristan'da Gobrova-836. Uluslararası Biennali'nde Türkiye'yi temsil etti

Başlıca kitapları: Çingene Pilici (roman, 1955), Sıfırdan Önce (öyküler, 1959), Ünlü Türk Masalları (1968), Kalbur Saman İçinde (1973), Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca (1971), Mavi Şapkalı Çocuk (1976), Karanfil Sokağı (1977), Yedi Köyün Eşeği (1977), Keçi Ayaklılar (1980), Ödünç Eşek (1983), İncili Çavuş (1983), Bekri Mustafa (1983), Çocuk Oyunları (1984), Kelalâka-Osmanlılarda Lâkaplar ve Hikâyeleri (1990), Kurbağa Gelin (1983), Ülkemden Hayvan Masalları (1991), Zurna Çalan Kuş (1991). (http://www.canyayinlari.com)

BİZE NASIL KIYDINIZ (1994) Emine Şenlikoğlu


 “Dini Film” Yönetmen: Metin Çamurcu, Senaryo: Salih Tuna, Metin Çamurcu, Görüntü Yönetmeni: Aytekin Çakmakçı, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Müzik: Özhan Eren, Kurgu: Mevlut Koçak, Yapım: Esra Film, Yapımcı: Hüseyin Türkyıldırır

Oyuncular: Yalçın Dümer, Sinem Dinçay, Nezihe Becerikli, Dilaver Uyanık, Fatma Belgen, Kâzım Eryüksel, Bilal Yı­kılmaz, Baki Tamer, Yusuf Ersin, Muzaf­fer Çetin, Hasan Nail Canat, Kemal İnci, Ekrem Dümer

Konu:  Cumhuriyet Türkiye'sinin kuruluşun­dan bir süre sonra, genç bir öğretmen yeni uygulamalar karşısında haksızlığa uğrar. Hapse girmesinin nedeni inandığı islam'ı değerlerdir. Bu arada öğretmen, talebele­rinden bir kızla dostluk ilişkisi içindedir kız, yıllar önce babasının işlediği günah nedeniyle büyük bir acıyı yaşamaktadır. Ve sonunda genç kız inançlarına sığınarak öz benliğine kavuşur.

&  Filmin başında geriye dönüşle verilen sekansta, tartışmalı olan idam sahnesinin (ki mezarın açılıp teşhisin yapıldığı ana kadar gerçek olduğu, bildirilmektedir) yeraldığı tepedeki ağaç görüntüsü, film için güçlü sembollerden birine işaret eder. Ağaçta asılı duran cesetle mezar ilişkisini toparladığımızda, hüküm için oraya gelmiş bulunan insan kalabalığının bir anda sili­nin sadece asılmış insan görüntüsü, sem­bolik katmanlardan birini teşkil eder. He­men akabinde, yazıların üstüne bmen şiir­de geçen 'yaşam ağacı' mefhumu, mitolo­jik "söylemdeki "hayat ağacı"nı çağrıştırır ve ağacın hem gerçek hem de arketipel niteliği üzerine ifadelendirmeler uyandırır. (İhsan Kabil, Zaman g., 4 Aralık 1994) “[1]

& Filmde; Erzincan İstiklâl Mahkemesi'nin Kemahlı Hoca Hacı İbrahim Efendi'yi idama mahkûm ettiği ve kısa bir süre önce ölerek gömülen bu zatın mezardan çıkarılarak kefeniyle asıldığı hikâye edili­yordu. Olay başından sonuna kadar yalan­dı. Zaten o günlerde İstiklal Mahkemeleri'yle ilgili müthiş bir yalan ve iftira kam­panyası açılmıştı. Bu konuda en ayrıntılı biçimde araştırmalar yapan ve yayımlayan sevgili Ergun Aybars'ın bulgularına daya­narak, bu kampanyayı etkisiz hale getir­meye çalışmıştık... Hoca İbrahim Efendi'rıin evlatları babalarına yapılan bu bü­yük saygısızlığı affetmemişler ve filmi çe­ken Esra Film İletişim AŞ.'yi mahkemeye vermişler. Ellerine sağlık. Babalarının Cumhuriyet'e ve Atatürk ilkelerine bağlı bir insan olduğunu ve eceliyle ölerek gö­müldüğünü ve herhangi bir biçimde meza­rının açılarak yeniden asılması iddiasının küçük düşürücü bir yalan olduğunu vurgu­layarak manevi tazminat talep etmişler. (Toktamış Ateş, "Arayış-Bize Nasıl Kıydı­nız?", Cumhuriyet g., 19 Nisan 1997)

&  "Bize  Nasıl Kıydınız" ve gösterimi yasaklanan "Tehlikeli (!) Film"ler üzerine :

1990-95 arası... Uzun uzun CHP'li koalisyon­lar... Kültür Bakanlığında Fikri Sağlar var. An­ti Kemalist dinci yapılanma bütün hışmıyla sü­rüyor. Kurulup kapanıp duran ve Erbakan'ın yö­nettiği çeşitli partiler muhalefette güçlendikçe güçleniyor... İran'ın, Libya'nın desteğiyle, Hiz­bullah benzeri cani örgütlenmelerin filizlenme­si için tarlayı sürüyor, tırmıklıyor, hazırlıyor. İmam-Hatip okulları da tohumları atıyor...

Tohumlardan bazıları sinema alanına da düş­müş. Çeşitli "ustalık" seviyesinde yönetmenler, Kemalizm karşıtı, laisizm karşıtı çeşitli filmler çekiyorlar. Yücel Çakmaklı 1980'Ierde TRT'ye sızmış, Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa"sını dizi yapmış..."Atatürkçü(!)" 12 Eylül dönemi de bu filmi nedense (!) yasaklamamış...

Yine 80'li yıllarda Mesut Uçakan, Metin Ça­murcu TRT televizyonundan geçerek sinema alanına girmiş, ürünlerini ortaya salıyor. 90 sonrası ortam daha da uygun... Mesut Uçakan "İskilipli Atıf Hoca (Kelebekler Sonsuza Uçar)" (1993) filmini çekiyor.

1993-1996 arasında, Kültür Bakanlığı Telif hakları ve Sinema Genel Müdür Yardımcılığı yaptığım sırada, 1995 olmalı; Genel Müdür İh­san Yüceözsoy, Metin Çamurcu'nun "Bize Na­sıl Kıydınız" adlı filmini izlememi, edindiğim bilgileri ve düşüncelerimi rapor etmemi istiyor. "Bize Nasıl Kıydınız" alt kuruldan geçmemiş. Anti Kemalist ve anti laik propaganda nede­niyle kararı Üst Kurul'a bırakmışlar. Milli Eği­tim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür Ba­kanlığı temsilcilerinden oluşan Üst Kurul top­lanacak karar verecek. Bakan bu arada filme ilişkin bilgi istiyor. Fikri Sağlar Bakan oldu­ğundan bu yana Film Denetleme Kurulu hiçbir filmi yasaklamamıştı, bu demokrat görünüme zarar gelmesinden endişeleniyor olmalı.

"Bize Nasıl Kıydınız"ı uzun sürede dura kalka izledim. Jenerik öncesi görüntüler, çarpıcılığın­dan olmalı, İstiklal Mahkemesi kararıyla, ida­mından önce hastalıktan ölen Mevlevi şeyhi­nin mezardan çıkarılması ve cesedinin karar gereği yeniden yakındaki ağaca asılması ile baş­lıyor, arkasından Mustafa Kemal'in adı anılma­dan Kurtuluş savaşı sonrası Kemalist Türki­ye'de Müslümanların çektikleri acı(!) adım adım anlatılıyor. Bugün ayrıntısıyla anımsamı­yorum ama özellikle filmin bir bölümünde yaş­lı insanların, biri kız, biri erkek iki çocuğa gece yarısından sonraki saatlerde Kur'an ezberlettik­leri götüntüyü unutmadım... Çocuklar, yor­gunluktan uykuya dalıyor, büyükler bir yandan ağlıyor, bir yandan onları uyandırarak ezberlet­meyi sürdürüyorlar. Konuşmalardan anlaşılıyor ki, Müslümanların Kur'an'ı resmi bir emirle yaktırılıyor, insanlar da onu kurtarmak, gelecek nesillere aktarmak için telaşa düşmüşler, eziyet olduğuna bakmadan küçük çocuklarına ezber­letmeye çalışıyorlar.

Şeyhin mezardan çıkarılıp asıldığının doğru ol­madığı şeyhin torunları tarafından gazetelere açıklandı. Kur'anın ezberletilmesine de gerek yoktu, çünkü bir yandan bu din kitabının varlı­ğı yalnız Türkiye'ye bağlı değildi, başka Müslü­man devletlerde de sayısız baskısı vardı, öte yandan geleneksel olarak, bütün dünyada Müs­lüman hafızlar tarafından ezberleniyordu ve ge­leceğe onların kafalarından aktarılabilirdi. Da­hası, Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir dönemin­de Kur'an yakılması gibi bir olay olmamıştı.

Yani ne İstiklal Mahkemelerinde idam kararı verilmiş bir Mevlevi şeyhinin mezardan çıka­rılması, bu karara dayanarak ve yeniden asıl­ması söz konusuydu, ne de Kur'anlar yaktırıl­dığı için ezberlenerek gelecek kuşaklara kal­masına çaba gösterilmesi olanaklıydı. Kitap ezberleme öğesi, François Truffaut'nun Fahranheit 45'inden aynen alınmış, buraya yapıştınlmıştı. Oysa Truffaut'un filminde ko­şullar bambaşkaydı.

Bunları ve daha başkalarını içeren raporu ha­zırladım. Anti Kemalist ve anti laik bölümleri­ne dikkat çektim. Sonuç bölümünde filmi ya­saklamasının doğru olmayacağını, yasaklandığı takdirde filmin kült (tapınma) aracı haline ge­tirilebileceği tehlikesinden söz ettim. Ayrıca mahkeme kararıyla kazanma olasılığının göz önünde bulundurulması gerektiğini, bu durum­da çok daha yaygın olarak izleneceğini, kazana­masa bile video ile el altından izlenme oranı­nın çok yükseğe tırmanabileceğini ve yıllar içinde eskimemesi için bir propaganda aracı kazanmış olacağını anlattım. Umarım yasak­lanmazdı, ancak bu durumda Kültür Bakanlığı­nın demokrat görüntüsü bozulmayacaktı. Eğer Kemalizm'in ve Laisizmin yara almaması isteni­yorsa, Kültür Bakanlığı destek vermesi uygun proje ölçütlerinin arasına bunları da koymalı, destek politikaları çizmeli, uygulamalıydı. Böy­lece demokrasiye aykırı bir yanı olmazdı.

Bu arada daha önceki deneyimlerine dayana­rak, filmin yasaklanacağından emin olan ya­pımcılar, öykünün yazarı Emine Şenlikoğlu, kararı beklemeye dayanamamış, tanıtıma giriş­mişlerdi ve filmi "yasaklanan film" olarak sunuyorlardı.

Sonunda Üst Kurul doğru kararı verdi, "Bize Nasıl Kıydınız" yasaklanmadı. Yapımcıların seyirci artırmak için yaptığı tanıtım ve propaganda boşa gitti. Film, el altından izlenen ve herkesin izlemeye can attığı yasak bir film olamadı. İsteyen sinema önlerinde afişlerine ve fotoğraflarına bakarak gitti, izledi. Bütün yük­lenmelere karşın piyasada yanlış anımsamıyor­sam 400 000 kadar izleyici buldu ve Türk Sinemasının düşük düzeyli, kaba propaganda filmlerinden biri olarak unutuldu gitti.

Demokrasi inananlarıyla var olan bir dogma değildir, yaşanırsa var olur. Suyu kesilmiş eski değirmeni durdurmak için özel çaba gerekmez. Yasaklamak gibi demokrasi dışı yöntemler kul­lanılmaz. Demokrasi, yaşanarak var edildiğin­de zamanın gücünü arkasına alır, taşıma suyla döndürmeye çalışanları doğal akış içinde ken­diliğinden durdurur.

Bugün bile inançlarımızla yaşamalarımız arasındaki ayırımın ayırdında  mıyız? Ne dersiniz? (Ömer Tuncer  Antrakt sinema  Dergisi” Ekim 2003 Sayı 73)


[1] Agah Özgüç, “Türk Filmleri Sözlüğü” 3. Cilt