Translate

13 Mart 2020 Cuma

HOŞÇAKAL UMUT (1993) / Ayla Kutlu


 – Yönetmen: Canan Evcimen Obay (İçöz), Senaryo: Nuray Oğuz, Sanat Yönetmeni: Deniz Özen, Görüntü Yönetmeni: Tevfik Şenol, Kurgu: Hasan Bektaş, Müzik: Turgay Erdener, Işık: Deniz Özen, Yapım: TRT/Mustafa Şen

Oyuncular: Şerif Sezer, Kürşat Alnıaçık, Hamza Zeytinoğlu, Zafer Yılmaz, Özlem Güveli, Meltem Savcı, Altan Gördüm, Hakan Haksun

Konu: Karşılıklı iki apartmanda oturan kadın ve erkeğin başlayan arkadaşlıklarının, zamanla aşka dönüşmesini işleyen bir film. İstanbul’a üniversitede okumak için gelen Oruç (Kürşat Alnıaçık) kendisini birden siyasi olayların içinde buluverir. Uzun süre hapis yattıktan sonra tahliye olur ailesinin yanına gittikten sonra döner arkadaşlarının evinde kalmaya başlar. Oruç, yıllar önce tanıdığı apartman komşusu Algüz (Şerif Sezer) ile tesadüf bu sefer de teras komşusu olmuştur. Bu karşılaşma bir aşkın da başlangıcı olur. Ne var ki Oruç tekrar hapse girmekten korkmaktadır. Bu nedenle de hapisten tanıdığı ve Almanya’da yaşayan  arkadaşı Ufuk’un yanına gitmek istemektedir. Algüz ise bu isteğine saygı gösterip kaçma planları hazırlar. Ancak yapılan bir baskın tüm planları altüst eder.

Yönetmen Canan İçöz'ün ilk filmi “Hoşçakal Umut”un setinden izlenimleri

& İki üç günden beri İstanbul'u esir alan yağmurlu günlerde tek düşündüğüm 'bu yağmur kaçmamalı, bu yağmurda birileri film çekmeliydi. Çünkü öyle sinsi ve aynı zamanda vahşiydi ki, itfaye hortumunu iki üç kere sallayarak elde edilecek bir yağ­murun bu hissi vermesi beklenemezdi. Ve dileklerim gerçekleşti. Birileri bu havada film çekiyordu. Her ne kadar bu yağmur film için o kadar önemli değilse de, filmi izlediğimde (eğer gösterim şansı bulabilir­se) "işte diyeceğim, bu benim yağmur".

Şişli'de film için kiralanan apartmana doğru yol alırken, Ayla Kutlu'nun "Hoş­ça Kal Umut’unu düşünüyordum. Nereden çıktı bu demeyin? Çünkü, ilk kez bir sine­ma filmi yöneten Canan İçöz, kendisine kaynak olarak bu kitabı seçmiş. Ayrıca taslağını Nuray Oğuz'un hazırladığı senar­yoyu son haline getiren de İçöz. Apartma­nın kapısına ulaşmadan önce biraz da ko­nudan bahsedeyim. Şerif Sezer'in canlan­dırdığı Algüz ile, Kürşat Alnıaçık'ın can­landırdığı Oruç, karşılıklı iki apartmanda otururlar. tık başlarda arkadaşlık düzeyin­de olan ilişkileri, Oruç'un hapse girip çık­masından sonra aşka dönüşür. Filmin di­ğer rollerinde ise, Hamza Zeytinoğlu (Er­bil), Zafer Yılmaz (Osman), Özlem Güve­li (Gülnar) ve Meltem Savcı (Füsun) bu­lunuyor.

Çok fazla zorlanmadan bulduğumuz apartmanın teras katına doğru merdiven­leri çıkarken, yazı işleri yönetmenimiz Tamer Baran kimliğini saklayarak foto­ muhabiri olmaya karar veriyor. Bir taraf­tan da 'hayret, acaba yanlış bir yere mi geldik' diye düşünüyorum. Çünkü ortalık­ta hiç ses yok. Son basamaklar göründü­ğünde, sigara içmek için dairenin dışına çıkmış ekiple karşılaşıyoruz. Üzerimizden dökülen su damlalarını ve ayakkabılarımı­zın ıslaklığını saklamaya çalışarak selam­laşıyoruz. İçeri girmek için adım attığımız­da ise ellerimize 'ayaklarımıza geçirmemiz için' poşetler uzatılıyor. Bir taraftan po­şetleri ayaklarıma geçirirken, diğer taraf­tan da dairenin içine göz atmaya çalışıyo­rum. Çekimlere ara verildiği için bütün ekip gruplar halinde bir yerlere çekilmiş, kendi aralarında sohbet ediyor. Ve en so­nunda reji asistanı Serpil Güler bize doğru yaklaşıyor. "Tam zamanı... Çekim başlarsa söyleşi yapamazsınız" diyerek, aralarında Canan İçöz, Şerif Sezer, Kürşat Alnıaçık ve görüntü yönetmeni Tevfik Şenol'un da bulunduğu grubun yanına götürüyor.

Yapımcılığını TRT'nin üstlendiği fil­min 19. işgününde bir TRT yönetmeni olan İçöz, "ilk sinema filmi yönetmenliği ve az çok tedirginliği olmasına rağmen, çalışmaların çok iyi gittiğini" söylüyor. "Ekiple uyumum çok önemliydi. Hatta kamera grubu TRT'den, geri kalan herkes Ye­şilçam'dan olmasına rağmen bir uyum sorunu olmadı. Çünkü onlar da TRT'cilerle daha ön­ceden çalışması olmuş arkadaş­lar, biz de Yeşilçam'ın çok için­deyiz, çok ortasındayız. Aramız­da çok insani bir ilişki var, fark­lı klasmanlarda değiliz. Diğer taraftan tedirginliğim bir süre devam etti. Ama sanırım, 3., 5., filmimde de aynı tedirginliği duyarım. Çünkü her seferinde değişen kişiler var. Her seferin­de değişen kişilerle farklı bir dünya kurmak var. Her seferin­de aynı sorunlar var."

Şimdiye kadar Yavuz Öz­kan'ın Ateş Üstünde Yürümek ve Erden Kıral'ın Mavi Sürgün filmlerinde rol alan Kürşat Alnıaçık, çalışmalardan çok keyif aldığını, ama ilk başlarda İçöz'ün ilk filmi olduğu için tedirginlik duyduğunu belirtiyor. "Ben de olan tedir­ginlik Canan'da yoktu. Belki de iyi sakla­dı. İşin içine girdiğimiz vakit zaten birçok şeyi unutuyoruz. Tevfik, Canan ve Şerifle çok güzel bir dörtlü kurduk. Her şeyi tartı­şıyoruz en küçük ayrıntısına kadar. Kesin­likle onlar bizim benimsemediğimiz bir şeyi çekmiyorlar. Yada birbirimizi ikna etmeye çalışıyoruz. Diğer setlerde olur mu böyle şeyler? Mutlaka oluyordur da biz denk gelmedik. Bu dörtlünün dışında da, ışıkçı arkadaşlar olsun, kamera asistanları olsun, sette en küçük işte çalışan arkadaşımızdan yönetmene kadar büyük bir alış­veriş var aramızda. Bu çok keyif verici bir şey. Özellikle eserin, senaryonun alt yapı­sına, iç yapısına çok uygun bir ilişki var. Bu da bizim için çok yararlı." .

Bu küçük grup arasında tedirginlik duymadığını söyleyen tek kişi Şerif Sezer'di. "Bu benim dördüncü ilk yönetmenle ça­lışmam olduğu için, ilklerin nasıl olduğu­nu, ne kadar heyecan verici olduğunu bi­liyorum. O yüzden hiç bir tedirginlik duy­madım. Daha öncekilerle de duymamış­tım ve ilk filmini çeken yönetmenlerle yaptığım çalışmalar da çok hoş filmler ol­du sonradan. Bunun da öyle olacağına inanıyorum. Canan ekibe, konuya, Oyunculara son derece hakim. Pek çok şeye birlikte karar veriyoruz."

Filmin görüntü yönetmeni Tevfik Şe­nol da şimdiye kadar hiçbir sette karşılaş­madığı kadar rahat ve keyifli çalıştığını söylüyor. "Yaptığımız iş çok zor değil çün­kü elimizde çok kaliteli, birinci sınıf ele­manlar var. Ali Salim Yaşar diye bir ışık şefimiz var ki dünya güzeli bir insan, işini çok iyi yapan. Kişilik olarak çok düzgün, kompleksleri olmayan bir insan. Set eki­bimiz aynı şekilde, birinci sınıf. Söylediği­niz sözü anlıyor, artı elinden geleni sonu­na kadar yapıyor. Bana fazla iş düşmüyor aslında, onlar çözümlüyor işi. Kameraman arkadaşım Yusuf’la çok güzel paslaşıyoruz. Ekipten dolayı çok şanslıyım."

"Oyuncu unsuruna çok önem verdiğini" belirten İçöz, "eğer gerçek anlamda bir sinema yapacaksanız çok iyi Oyuncularla ve teknik ekip le çalışmalısınız" diyor ve sözlerine şunları ekliyor. "Böyle bir denklemi kurduğunuz zaman, ondan sonra size sade­ce bunun keyfini yaşamak kalıyor. Önce­likle çok inandığınız ve ikna olduğunuz bir işle uğraşıyor olmanız gerekir. Bana bir senaryo gelir ve ben bakarım, bunun matematiğini kurar, çatar ve filmi çekerim gibi bakmıyorum sinemaya. Ayla Kutlu'yu sevdim. Ayla Kutlu'nun sinematografisini sevdim. Ayla Kutlu'nun kitaplarını sev­dim. Hoşçakal Umut'u sevdim. Sonra Nu­ray Oğuz'la son derece güzel ve keyifli bir çalışma yaptım ve bu çalışmanın sonra­sında ben duygularımı Oyuncularıma taşı­yabildiğimi düşünüyorum. Ama her daki­ka, her sahnede, her planda konuşuyoruz ve tartışıyoruz. Onların kendi birikimleri ve yaşamlarından kattıkları şeylerle be­nim rejim güçleniyor. Oyuncularımın her ikisi de, oyunculuklarını iyi tanıdığım ve bu isimler olmalı dediğim Oyuncular."

Proje seçerken, "iyi bir ekiple, iyi bir oyuncuyla, iyi bir senaryoyla çalışmayı ön planda tuttuğunu" söyleyen Şerif Sezer için önemli olan ise "senaryonun önce­den eline geçmesi". Önüne gelen her filmde oynamak istemediğini belirten Se­zer, "Inandığım filmde ve inandığım in­sanlarla oynamak istiyorum." diyor.

Konservatuarın tiyotro bölümünden mezun olan ve üç yıl modern bale yapan Kürşat Alnıaçık, "asıl işinin oyunculuk olduğunu, ama insanların onu dansçı ola­rak bildiklerini" söylüyor. İnsanlar arasın­da böyle tanınmanın hoşuna gittiğini be­lirten Alnıaçık, bir oyuncunun vasıflı ol­masının çok önemli olduğunu belirtiyor. "Artık oyunculuk yalnızca replikleri ez­berlemekten ibaret değil. Bugün dünya üstünde onbinlerce oyuncu var ve hepsi de farklı niteliklere sahip. Ne kadar ta­lent'e sahipseniz o kadar aranan bir oyun­cu olursunuz. Tekdüze oyunculuğu ancak bu şekilde kırabiliyorsunuz. Yani bir oyun için bir tane oyuncu alınacak. İki kişi baş­vuruyor. Bir tanesi paraşütle atlıyor, yani böyle bir hobisi var ve onu seçiyorlar. Bu­gün dünyada oyunculuk böyle. Yalnızca fiziğine bakılmıyor artık. Ne güzel bakı­yor, ne güzel duruyor diye kimse oyuncu olamaz artık. Ve Türkiye'nin artık buna tahammülü yok."

Filmin önemli özelliklerinden biri de, Oyuncuların performanslarını ve ustalıkla­rını ortaya çıkartacak 'farklı ve keyifli' kamera hareketlerinin kullanılması. "Böy­le bir çalışmanın anlatmak istediğine çok katkısı olduğunu" belirten İçöz yaptıkları hakkında şunları söylüyor: "Tevfik'le ta­bir yerindeyse uçuyoruz. Hemen hemen bütün planları, oyunu ortaya çıkartacak, oyunu bölmeyecek şekilde, ama kamerada ciddi şekilde cambazlıklar yaparak, dene­meler yaparak halletmeye çalışıyoruz. Bu, filmin anlatımına ve iç dinamizmine çok uygun bir çalışma, reji anlamında tabii ki çok, olağanüstü keyif veriyor ve rejiye çok hizmet eden bir şey."

Böyle bir çalışmaya kalkışmasının asıl nedeni olarak görüntü yönetmeni Tevfik Şenol'u gösteren İçöz, "Bu, her görüntü yönetmeniyle kalkışılacak bir iş değil." di­yor. "Benim özel dostluğumdan, yakınlı­ğımdan gelen bir dil birliği, kendimi iyi ifade etmemin rahatlığı ve kolaylığı var bu filmde. Bir başka ekiple çalışmak duru­munda olsaydım, kamera konusunda bu kadar özgür davranır mıydım emin deği­lim doğrusu."

Şenol ise kendisinden" Sade ama dina­mik bir film" istendiğini belirtiyor ve yaptıkları çalışmalar hakkınnda şunları söylüyor. "Sahneyi fazla bölmeden, çok fazla parçalamadan, oyun düşürmeden, oyun monte etmeden, sahne içinde plan plan oyun monte etmeden, sahnenin bütününde, çok aza bölerek sahneyi çekiyoruz. Şansımız: Kürşat ve Şerif... Mesela sufle problemimiz yok, çünkü söz­leri ezberledikleri gibi, oyuna  çalışıp geliyorlar."

Uzun planlarda filmin ve oyunun sark­maması için iyi bir oyunculu dışında, senaryonun çok sağlam bir matematiğe sahip olması gerektiğini söyleyen İçöz, bu filmin senaryosunda bunu başardığına inanıyor.

Öncelikli olarak sinemalarda gösteril­mesi planlanan Hoşçakal Umut’un "diğer yerli yapımlardan ne gibi bir farklılığı olacağını kestiremediğini" söyleyen lçöz, "bununla çok da ilgili olmadığını" belir­tiyor. "Çünkü Türk sinema seyircisi faz­lasıyla Amerikan filmlerine hazırlandı, böyle bir rahata alıştırıldı. ]urassic Park gibi filmler herkese çok eğlenceli ve keyifli geliyor doğrusu. Hoşçakal Umut'un gerçek sinema seyircisinin ilgiyle izleyeceği, sey­retmekten hoşlanacağı bir film olduğunu düşünüyorum. "

Bu arada reji asistanı Serpil hafif kaş­larını çatarak bize doğru geliyor. "Herkes toparlansın bakalım, şimdi çekime baş­layacağız" diyor, Ne yapalım boynumuz kıldan ince diyerek odayı boşaltıyoruz, Kürşat ve Şerif yerlerini alıyor. Tevfik kameranın arkasına geçiyor. Ve prova... Çekilen plan, Şerif ve Kürşat'ın ayakta durdukları ve Şerit'in telefon ettiği sahne, Tevfik önce Canan'ı sonra da Şenol'u yanına çağırıyor. "İsterseniz bir bakın, kadraj nasıl görünüyor" diye. Bunu izler­ken aklıma Canan İçöz'ün bir sözü aklıma geliyor: "Filmin başında ve sonunda yazılır ya, 'Bu bir……filmidir' diye, bu film için söylenecek tek şey var galiba, 'Bu bir ekip filmidir'..." (Hülya Arslanbay, Antrakt  Aralık 1993)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder