- Senaryo ve Yönetmen : Yavuz Turgul, (Şair Ahmet Muhip Dranas'ın Aynı isimli şiirinin perdeye
aktarımı), Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca, Müzik : Atilla
Özdemiroğlu, Yapım: Kök Film, yapımcı: Engin Karabağ
Oyuncular: Müjde Ar (Fahriye), Tarık Tarcan (Mustafa),
İhsan Yüce, Mesut Çakarlı (Mehmet), Kadir Savun, Haldun Ergüvenç, Ayşe Demirel,
Haşmet Zeybek, Uğur Yücel, Zihni Göktay, Nermin Denizci, Ülkü Ülker, Nazlı
Aydıncık, Zübeyde Erden
Konu : İnsanları, geleneklere bağlı bir kenar mahalle. Kararsız bir genç adama tutku ile bağlı genç bir kadın.. Cezaevi, çevreyi terkediş... sonra ilk aşka dönüş. "Filmdeki Fahriye Abla, serbest davranışlarıyla ve sevdiği yakışıklı marangoz ile, çevresindeki insanlardan ve buluştukları perili köşkten korkmasına rağmen sevişmesiyle, toplumsal baskılara kendi çapında başkaldırmaktadır. Karşı koyamadığı zengin kuyumcu ile evlendirilme olayı, "kız" olmaması nedeniyle boşanmayla sonuçlanmıştır. Eve geri bırakılması sonucunda, kendisini, çevrenin baskısıyla da olsa aşağılayan marangoz sevgilisini yaralayarak tutuklanmıştır. Cezaevinde bir arkadaşının da yardımıyla, çalışmanın ve okumanın gücünü duyacaktır. Çıkışta, sokakta karşılaştığı, orospuluk yapan cezaevi arkadaşlarıyla kalmayarak, kendisine çalışmayı, düşünmeyi öğreten arkadaşını arayıp bulmuştur. Kendisine yardımcı olan ustabaşıyla evlenecektir. O sırada eski mahalledeki sevgilisini görünce ona döner ve birlikte yeni bir yaşama adım atarlar."
Ödül:
Sinema
yazarlarının "1984-85 mevsiminin en başarılı filmleri soruşturmasında 8.
sırayı aldı. Müjde Ar, "en iyi oyuncu" seçildi.
Eleştiri: Halka mal olmuş sanat yapıtlarının başka türde bir anlatıma dönüştürülmesi hep bazı tehlikeler içerir. Ahmet
Muhip Dıranas'ın çok sevilmiş "Fahriye Abla" şiirinin
sinemalaştırılması da, bu türden bir iş gibi gözüküyor. Şiir, üstelik
roman gibi daha belirli, daha somut bir
malzeme de içermez. Bir şiirden yola çıkarak yapılmış filmler alanında
"Fahriye Abla" kuşkusuz dünya çapındaki sayılı örneklerden birini oluşturmaktadır...
Aslında Ahmet
Muhip'in şiiri, bu dezavantajı bir ölçüde giderici bir
yapıya sahiptir. Öyle ya, bu şiirde yeni-yetme bir delikanlının, "güzel, şirin, çapkın ve vefalı" komşusu
Fahriye Abla'ya duyduğu ilk aşk, bayağı açık seçik imgelerle
anlatılmıştır. "O afyon ruhu gibi baygın
mahalle"de, "gözleri, dişleri ve ak pak gerdanıyla", "Önce
upuzun, sonra kesik saçı", "Buğdaysı teni ve başak kadar boyu"
ile "etekleri rüzgârda
açılan" ve "açık saçık şarkılar söyleyen" Fahriye Abla da şiirde sanki belirginleşir... Gerçi
Fahriye'nin vardığı kişinin 'Erzincanlı'
olması, geçenlerde Fethi Naci'nin bir yazısında belirttiği gibi "delikanlı" sözcüğüyle kafiye düşürmek
için olabilir. Bu 'bahsi diğer’ Ama
bunun dışında Dranas'ın cömert İmgeleri ve rahat söyleyişi, "kutu gibi küçük evi" de, "yaz kış yeşil
saksılı pencereyi" de belleklerde
sanki somutlaştıran bir Özelliğe sahiptir. Onun için, böylesine popüler de
olsa, bu şiirin sinemalaştırılmasına önyargıyla karşı çıkmak kolay değildir.,.
Ne var ki
İşler ondan sonra biraz bozulur gibidir... Şiir, bir imgeler sanatıdır. Bu imgeler şiirde söz
oyunlarıyla yaratılır. Bunu başka türden
bir anlatıya, görüntülerle anlatılan sinemaya dönüştürmek de sanatçının hakkıdır dedik. Ama bu
imgeleri, dönüştürmenin ötesinde, şiirle hiç ilgisi
olmayan yepyeni imgeler ekleyerek alıp bambaşka
yerlere götürmek savunulabilir mî? Dıranas, "Bilmem şimdi hâlâ o ilk kocanda mısın / Hâlâ dağları karlı
Erzincan'da mısın?" diyerek
Fahriye Abla'nın şairin zihnindeki bir anıdan öteye gitmesine izin vermez, onu
geçmişe, karşılıksız bir 'ilk aşk'a ve değeri bilinmeden, çocukçasına yaşanıp yitirilmiş olana karşı duyulan özlemi tazelemede bir 'vesile' olarak kullanırken,
Yavuz Turgul, bu çıkış noktası üzerine tüm bir hikâye bina etmekledir. Fahriye
Abla, gerçekten de 'gönül vermiştir o
delikanlıya', fidan gîbi Mustafa'ya...
Gönül vermekle kalmamış, kendini de vermiştir. Bu yüzden, 'bozuk çıktığı' gerekçesiyle Erzincanlı
tarafından geri yollanır, Mustafa'nın
kendisine herkesin önünde hakaret etmesiyle çılgına dönerek onu vurur. Tutukevi
yaşamından sonra serbest bırakılan Fahriye,
tam bir 'orospu' olacakken tutukevinde tanıştığı iyi yürekli bir kadının
adresini anımsar, ona gider. Şimdi Fahriye'nin 'bilinçlenme' süreci
başlamıştır, o artık hayata yalnız duygularıyla bakan, deneyimsiz bir genç kız değil, 'emekçi' olma
aşamasındaki akıllı, bilinçli bir
kadındır. Film. bu minval üstüne giderken Mustafa'nın geçmişte yaptıklarından pişman, yeniden
Fahriye'nin yitirdiği sevgisinin peşinde olarak ortaya çıkması her şeyi
değiştirir ve Fahriye yeniden
Mustafa'ya döner...
Görüldüğü gibi Yavuz Turgul, şiirdeki
belirsizliği, anıların sisi ardında kalmış kişi ve olayları
alabildiğine etli-canlı kişi ve olaylara dönüştürmekte,
Fahriye Abla kişiliğine sayısız entrika kıvrımı ve sayısız boyut katmaktadır. Elbette şiirden yola
çıkarak yapılan bir filmde bu tür bir
tavır kaçınılmazdır. Ancak, Fahriye Abla'ya yapılan katkıların onun 'şiirsel' kişiliğini zedelememesi kaydıyla... Oysa filmdeki Fahriye Abla'nın başına gelenler, Dıranas'ın
Fahriye Abla'sıyla hiç ilişkisi olmayan şeylerdir ve böylesine sevilmiş,
kaç kuşağı etkilemiş, herkesin kendisine
göre yorumladığı, somutlaştırdığı, böylesine
popüler olmuş bir kişiliğe, şiirdeki verilerle hiç ilişkisi olmayan, kendi mantığını yaşayan bir hikâye yakıştırm ak doğru mu?
Bu
temel kusurun yanı sıra, birçok kişiyi filmde rahatsız eden kuşkusuz filmin
sonu olacaktır. Fahriye'nin 'bilinçlenmesi'ne karşın sonunda gidip kendisine
onca acı çektirmiş, onca aşağılamış olan Mustafa'ya dönmesi bir 'mutlu son'
kaygısının ötesinde 'feminist' olmasına gerek bulunmayan gerçekçi bir bakış
açısıyla bile savunulmayacak bir şey gibi görülecektir. Bu tür bir eleştiriye
pek katılamıyorum. Fahriye'nin' ilk aşkı'na dönmesi gerçek yaşamda da
olabilecek bir şey, aşırı bir 'güçlü kadın' imajı meraklıları dışındakileri çok
tedirgin etmemesi gereken bir olasılık olarak gözüküyor bana ...
Bunların
ötesinde kuşkusuz "Fahriye Abla"yı özellikle Yavuz Turgul'un ilk
filmi olarak kutlamak gerekiyor.
Yönetmen Yavuz Turgut, senaryo yazarı Yavuz Turgul'un eksikliklerini,
yanlışlarını giderici, tertemiz bir sinema dili kurmayı, bu ilk filminde hiçbir
temel aksaklık göstermemeyi ve özellikle filmin estetik düzeyinde ve plastik
arayışında örnek bir çalışmada bulunmayı başarıyor. Müjde Ar, kişiliğine çok
uyan bir rolde çok iyi ... Tarık Tarcan ve Mesut Çakarlı da sinemamızın yeni ve
önemli kazançları. Çetin Tunca'nın görüntüleri ve Atilla Özdemiroğlu'nun müzik
çalışmasıyla da bütünlenen film, özündeki temel bazı aksaklıklara karşın yılın
en düzeyli filmleri arasında anılmayı hak ediyor. “[1]”
Araştırmacı yazar, akademisyen ve şair Emel Koşar [2], şöyle söyle yazar
edebiyat ve sinema yazı dizisinde;
Fahriye Abla” şiiri, söz konusu filme fikir verir. Bu esin kaynağı, kurmaca hâline getirilirken sinema onu somutlaştırır. Şiirdeki imgeler, filmde ete kemiğe bürünür. Kadınlarda cinsel arzu, menstürasyon öncesinde ve sonrasında hormon düzeylerinin dalgalanmasına bağlı olarak artar. Ancak bunda psiko-sosyal unsurların da etkisi vardır. Bilincin yüzeyine çıkmasa da kişi, bu arzuyu çeşitli davranışlarla karşı cinse yansıtır.
“Fahriye Abla”da önce gençliğe sonra çocukluğa hatta anne karnına dönüş arzusu anlatılır. Henry Murray, bunu “kapalı yerler kompleksi” diye tanımlar. Freud’un “Ödipus Komleksi” kuramında insanın kimlik oluşumunda anneyle bebek arasındaki ilişkinin erkeğin cinsel kimliğini belirlediği ve ileride kadınlarla yaşadıklarına yön verdiği ifade edilir. Yavuz Turgul’un Fahriye Abla’sında fakir bir mahallede yaşayan ve babası piyango bileti satıcısı Fahriye’nin hayatı, küçük yaştaki marangoz Mustafa’nın çırağı Mehmet’in gözünden anlatılır.
Filmde anneler silik, babalar ise otoriterdir. Ataerkil toplumun klasik mahalle
baskısı, Fahriye’nin hayatına yön verir. Fahriye’ye âşık Mehmet ise onlardan
daha olgun ve akıllıdır. Fahriye’nin saçı, kıyafetleri, davranışları hatta
yürüyüşü bile zamanla değişir. Mustafa’ya duyduğu aşk dışında hiçbir şeyi
umursamayan, rahat davranışları ve açık saçık kıyafetleriyle dikkat çeken
Fahriye, hapishaneden çıkınca fabrikada çalışmaya başlar ve daha ağır başlı bir
kadına dönüşür. Fahriye, her zaman Mustafa’dan daha cesur ve ayakları yere
basan bir bireydir.
Mustafa,
babasından korktuğu ve parasız olduğu için Fahriye’yi yarı yolda bırakır.
Artist olmak isteyen Gülay’ın evden kaçınca kötü yola düşmesi ve Mustafa
kendisini vurduğunda Fahriye’nin göğsünde bir acı hissetmesi, Türk filmlerinin
klişelerindendir. Yavuz Turgul, Dıranas’ın “Fahriye Abla”sını filmleştirirken
Fahriye’yi ve onu mahallesini şiirdeki gibi canlandırır. Erzincanlı’yla evlenip
giden Fahriye Abla’yı bir aşk ilişkisinden hareket ederek anlatır. Bestesi
Atilla Özdemiroğlu’na ait Özdemir Erdoğan’ın seslendirdiği “Fahriye Abla”
şarkısı da filmi ve şiiri daha kalıcı ve popüler hâle getirir.
“Fahriye Abla” şiiri ve filminde, Fahriye güzel ve çekici bir kadındır. Şiirde Fahriye’nin gönül verdiği delikanlı hakkında bilgi verilmez. Filmde ise Fahriye’nin ailesi, evi ve Mustafa’yla ilişkisi ayrıntılarıyla anlatılır. Şiirde Fahriye’nin Erzincanlı bir adamla evlenerek mahalleden ayrılması dışında onun hayatı hakkında herhangi bir şey söylenmez. Filmde ise, “Fahriye Abla” şiirinden yola çıkılarak onun Mustafa’yla ilişkisi ve olgunlaşması anlatılır.
“Fahriye Abla” şiiri, söz konusu filme fikir verir. Bu esin kaynağı, kurmaca hâline getirilirken sinema onu somutlaştırır. Şiirdeki imgeler, filmde ete kemiğe bürünür. Filmde Fahriye, tarihsel zemine oturtularak zaman ve mekân çerçevesinde ele alınır, şiirdeki imgeler hikâyeleştirilir ve boşluklar doldurulur. Fahriye, sinemanın olanaklarıyla şiirden esinlenerek toplumun ahlâk anlayışı doğrultusunda anlatılır. [3]
“Fahriye Abla” şiiri ve filminde, Fahriye güzel ve çekici bir kadındır. Şiirde Fahriye’nin gönül verdiği delikanlı hakkında bilgi verilmez. Filmde ise Fahriye’nin ailesi, evi ve Mustafa’yla ilişkisi ayrıntılarıyla anlatılır. Şiirde Fahriye’nin Erzincanlı bir adamla evlenerek mahalleden ayrılması dışında onun hayatı hakkında herhangi bir şey söylenmez. Filmde ise, “Fahriye Abla” şiirinden yola çıkılarak onun Mustafa’yla ilişkisi ve olgunlaşması anlatılır.
“Fahriye Abla” şiiri, söz konusu filme fikir verir. Bu esin kaynağı, kurmaca hâline getirilirken sinema onu somutlaştırır. Şiirdeki imgeler, filmde ete kemiğe bürünür. Filmde Fahriye, tarihsel zemine oturtularak zaman ve mekân çerçevesinde ele alınır, şiirdeki imgeler hikâyeleştirilir ve boşluklar doldurulur. Fahriye, sinemanın olanaklarıyla şiirden esinlenerek toplumun ahlâk anlayışı doğrultusunda anlatılır. [3]
[1] Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve
Sinemamız”
Bu eleştirir, Cumhuriyet Gazetesi’nin 21.12.1984 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
Bu eleştirir, Cumhuriyet Gazetesi’nin 21.12.1984 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
[2] Emel
Koşar bknz (http://www.biyografya.com/biyografi/19241)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder