Translate

13 Mart 2020 Cuma

FAHRİYE ABLA (1984)


 - Senaryo ve Yönetmen : Yavuz Turgul, (Şair Ahmet Muhip Dranas'ın Aynı isimli şiirinin perdeye aktarımı), Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca, Müzik : Atilla Özdemiroğlu, Yapım: Kök Film, yapımcı: Engin Karabağ

 Oyuncular: Müjde Ar (Fahriye), Tarık Tarcan (Mustafa), İhsan Yüce, Mesut Çakarlı (Mehmet), Kadir Savun, Haldun Ergüvenç, Ayşe Demirel, Haşmet Zeybek, Uğur Yücel, Zihni Göktay, Nermin Denizci, Ülkü Ülker, Nazlı Aydıncık, Zübeyde Erden

Konu : İnsanları, geleneklere bağlı bir kenar mahalle. Kararsız bir genç adama tutku ile bağlı genç bir kadın.. Cezaevi, çevreyi terkediş... sonra ilk aşka dönüş. "Filmdeki Fahriye Abla, serbest davranışlarıyla ve sevdiği yakışıklı marangoz ile, çevresindeki insanlardan ve buluştukları perili köşkten korkmasına rağmen sevişmesiyle, toplumsal baskılara kendi çapında başkaldırmaktadır. Karşı koyamadığı zengin kuyumcu ile evlendirilme olayı, "kız" olmaması nedeniyle boşanmayla sonuçlanmıştır. Eve geri bırakılması sonucunda, kendisini, çevrenin baskısıyla da olsa aşağılayan marangoz sevgilisini yaralayarak tutuklanmıştır. Cezaevinde bir arkadaşının da yardımıyla, çalışmanın ve okumanın gücünü duyacaktır. Çıkışta, sokakta karşılaştığı, orospuluk yapan cezaevi arkadaşlarıyla kalmayarak, kendisine çalışmayı, düşünmeyi öğreten arkadaşını arayıp bulmuştur. Kendisine yardımcı olan ustabaşıyla evlenecektir. O sırada eski mahalledeki sevgilisini görünce ona döner ve birlikte yeni bir yaşama adım atarlar."  

Ödül:
Sinema yazarlarının "1984-85 mevsiminin en başarılı filmleri soruşturmasında 8. sırayı aldı. Müjde Ar, "en iyi oyuncu" seçildi.
Eleştiri:  Halka mal olmuş sanat yapıtlarının başka türde bir anlatıma dönüştürülmesi hep bazı tehlikeler içerir. Ahmet Muhip Dıranas'ın çok sevilmiş "Fahriye Abla" şiirinin sinemalaştırılması da, bu tür­den bir iş gibi gözüküyor. Şiir, üstelik roman gibi daha belirli, daha somut bir malzeme de içermez. Bir şiirden yola çıkarak yapılmış filmler alanında "Fahriye Abla" kuşkusuz dünya çapındaki sayılı ör­neklerden birini oluşturmaktadır...
Aslında Ahmet Muhip'in şiiri, bu dezavantajı bir ölçüde gideri­ci bir yapıya sahiptir. Öyle ya, bu şiirde yeni-yetme bir delikanlının, "güzel, şirin, çapkın ve vefalı" komşusu Fahriye Abla'ya duyduğu ilk aşk, bayağı açık seçik imgelerle anlatılmıştır. "O afyon ruhu gibi baygın mahalle"de, "gözleri, dişleri ve ak pak gerdanıyla", "Önce upuzun, sonra kesik saçı", "Buğdaysı teni ve başak kadar boyu" ile "etekleri rüzgârda açılan" ve "açık saçık şarkılar söyleyen" Fahriye Abla da şiirde sanki belirginleşir... Gerçi Fahriye'nin vardığı kişinin 'Erzincanlı' olması, geçenlerde Fethi Naci'nin bir yazısında belirtti­ği gibi "delikanlı" sözcüğüyle kafiye düşürmek için olabilir. Bu 'bah­si diğer’ Ama bunun dışında Dranas'ın cömert İmgeleri ve rahat söyleyişi, "kutu gibi küçük evi" de, "yaz kış yeşil saksılı pencereyi" de belleklerde sanki somutlaştıran bir Özelliğe sahiptir. Onun için, böy­lesine popüler de olsa, bu şiirin sinemalaştırılmasına önyargıyla kar­şı çıkmak kolay değildir.,.

Ne var ki İşler ondan sonra biraz bozulur gibidir... Şiir, bir im­geler sanatıdır. Bu imgeler şiirde söz oyunlarıyla yaratılır. Bunu başka türden bir anlatıya, görüntülerle anlatılan sinemaya dönüştür­mek de sanatçının hakkıdır dedik. Ama bu imgeleri, dönüştürme­nin ötesinde, şiirle hiç ilgisi olmayan yepyeni imgeler ekleyerek alıp bambaşka yerlere götürmek savunulabilir mî? Dıranas, "Bilmem şimdi hâlâ o ilk kocanda mısın / Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mı­sın?" diyerek Fahriye Abla'nın şairin zihnindeki bir anıdan öteye gitmesine izin vermez, onu geçmişe, karşılıksız bir 'ilk aşk'a ve de­ğeri bilinmeden, çocukçasına yaşanıp yitirilmiş olana karşı duyulan özlemi tazelemede bir 'vesile' olarak kullanırken, Yavuz Turgul, bu çıkış noktası üzerine tüm bir hikâye bina etmekledir. Fahriye Abla, gerçekten de 'gönül vermiştir o delikanlıya', fidan gîbi Musta­fa'ya... Gönül vermekle kalmamış, kendini de vermiştir. Bu yüz­den, 'bozuk çıktığı' gerekçesiyle Erzincanlı tarafından geri yollanır, Mustafa'nın kendisine herkesin önünde hakaret etmesiyle çılgına dönerek onu vurur. Tutukevi yaşamından sonra serbest bırakılan Fahriye, tam bir 'orospu' olacakken tutukevinde tanıştığı iyi yürekli bir kadının adresini anımsar, ona gider. Şimdi Fahriye'nin 'bilinç­lenme' süreci başlamıştır, o artık hayata yalnız duygularıyla bakan, deneyimsiz bir genç kız değil, 'emekçi' olma aşamasındaki akıllı, bi­linçli bir kadındır. Film. bu minval üstüne giderken Mustafa'nın geçmişte yaptıklarından pişman, yeniden Fahriye'nin yitirdiği sevgi­sinin peşinde olarak ortaya çıkması her şeyi değiştirir ve Fahriye yeniden Mustafa'ya döner...

Görüldüğü gibi Yavuz Turgul, şiirdeki belirsizliği, anıların sisi ardında kalmış kişi ve olayları alabildiğine etli-canlı kişi ve olaylara dönüştürmekte, Fahriye Abla kişiliğine sayısız entrika kıvrımı ve sa­yısız boyut katmaktadır. Elbette şiirden yola çıkarak yapılan bir filmde bu tür bir tavır kaçınılmazdır. Ancak, Fahriye Abla'ya yapı­lan katkıların onun 'şiirsel' kişiliğini zedelememesi kaydıyla... Oysa filmdeki Fahriye Abla'nın başına gelenler, Dıranas'ın Fahriye Abla'sıyla hiç ilişkisi olmayan şeylerdir ve böylesine sevilmiş, kaç kuşa­ğı etkilemiş, herkesin kendisine göre yorumladığı, somutlaştırdığı, böylesine popüler olmuş bir kişiliğe, şiirdeki verilerle hiç ilişkisi ol­mayan, kendi mantığını yaşayan bir hikâye yakıştırm ak doğru mu?

Bu temel kusurun yanı sıra, birçok kişiyi filmde rahatsız eden kuşkusuz filmin sonu olacaktır. Fahriye'nin 'bilinçlenmesi'ne karşın sonunda gidip kendisine onca acı çektirmiş, onca aşağılamış olan Mustafa'ya dönmesi bir 'mutlu son' kaygısının ötesinde 'feminist' olmasına gerek bulunmayan gerçekçi bir bakış açısıyla bile savunulmayacak bir şey gibi görülecektir. Bu tür bir eleştiriye pek katılamıyorum. Fahriye'nin' ilk aşkı'na dönmesi gerçek yaşamda da olabilecek bir şey, aşırı bir 'güçlü kadın' imajı meraklıları dışındakileri çok tedirgin etmemesi gereken bir olasılık olarak gözüküyor bana ...

Bunların ötesinde kuşkusuz "Fahriye Abla"yı özellikle Yavuz Turgul'un ilk filmi  olarak kutlamak gerekiyor. Yönetmen Yavuz Turgut, senaryo yazarı Yavuz Turgul'un eksikliklerini, yanlışlarını giderici, tertemiz bir sinema dili kurmayı, bu ilk filminde hiçbir temel aksaklık göstermemeyi ve özellikle filmin estetik düzeyinde ve plastik arayışında örnek bir çalışmada bulunmayı başarıyor. Müjde Ar, kişiliğine çok uyan bir rolde çok iyi ... Tarık Tarcan ve Mesut Çakarlı da sinemamızın yeni ve önemli kazançları. Çetin Tunca'nın görüntüleri ve Atilla Özdemiroğlu'nun müzik çalışmasıyla da bütünlenen film, özündeki temel bazı aksaklıklara karşın yılın en düzeyli filmleri arasında anılmayı hak ediyor. “[1]

 Araştırmacı yazar, akademisyen ve şair Emel Koşar [2],  şöyle söyle  yazar  edebiyat ve sinema yazı dizisinde;

 Fahriye Abla” şiiri, söz konusu filme fikir verir. Bu esin kaynağı, kurmaca hâline getirilirken sinema onu somutlaştırır. Şiirdeki imgeler, filmde ete kemiğe bürünür.  Kadınlarda cinsel arzu, menstürasyon öncesinde ve sonrasında hormon düzeylerinin dalgalanmasına bağlı olarak artar. Ancak bunda psiko-sosyal unsurların da etkisi vardır. Bilincin yüzeyine çıkmasa da kişi, bu arzuyu çeşitli davranışlarla karşı cinse yansıtır.

“Fahriye Abla”da önce gençliğe sonra çocukluğa hatta anne karnına dönüş arzusu anlatılır. Henry Murray, bunu “kapalı yerler kompleksi” diye tanımlar.  Freud’un “Ödipus Komleksi” kuramında insanın kimlik oluşumunda anneyle bebek arasındaki ilişkinin erkeğin cinsel kimliğini belirlediği ve ileride kadınlarla yaşadıklarına yön verdiği ifade edilir. Yavuz Turgul’un Fahriye Abla’sında fakir bir mahallede yaşayan ve babası piyango bileti satıcısı Fahriye’nin hayatı, küçük yaştaki marangoz Mustafa’nın çırağı Mehmet’in gözünden anlatılır.

Filmde anneler silik, babalar ise otoriterdir. Ataerkil toplumun klasik mahalle baskısı, Fahriye’nin hayatına yön verir. Fahriye’ye âşık Mehmet ise onlardan daha olgun ve akıllıdır. Fahriye’nin saçı, kıyafetleri, davranışları hatta yürüyüşü bile zamanla değişir. Mustafa’ya duyduğu aşk dışında hiçbir şeyi umursamayan, rahat davranışları ve açık saçık kıyafetleriyle dikkat çeken Fahriye, hapishaneden çıkınca fabrikada çalışmaya başlar ve daha ağır başlı bir kadına dönüşür. Fahriye, her zaman Mustafa’dan daha cesur ve ayakları yere basan bir bireydir.

Mustafa, babasından korktuğu ve parasız olduğu için Fahriye’yi yarı yolda bırakır. Artist olmak isteyen Gülay’ın evden kaçınca kötü yola düşmesi ve Mustafa kendisini vurduğunda Fahriye’nin göğsünde bir acı hissetmesi, Türk filmlerinin klişelerindendir. Yavuz Turgul, Dıranas’ın “Fahriye Abla”sını filmleştirirken Fahriye’yi ve onu mahallesini şiirdeki gibi canlandırır. Erzincanlı’yla evlenip giden Fahriye Abla’yı bir aşk ilişkisinden hareket ederek anlatır. Bestesi Atilla Özdemiroğlu’na ait Özdemir Erdoğan’ın seslendirdiği “Fahriye Abla” şarkısı da filmi ve şiiri daha kalıcı ve popüler hâle getirir.

“Fahriye Abla” şiiri ve filminde, Fahriye güzel ve çekici bir kadındır. Şiirde Fahriye’nin gönül verdiği delikanlı hakkında bilgi verilmez. Filmde ise Fahriye’nin ailesi, evi ve Mustafa’yla ilişkisi ayrıntılarıyla anlatılır. Şiirde Fahriye’nin Erzincanlı bir adamla evlenerek mahalleden ayrılması dışında onun hayatı hakkında herhangi bir şey söylenmez. Filmde ise, “Fahriye Abla” şiirinden yola çıkılarak onun Mustafa’yla ilişkisi ve olgunlaşması anlatılır.

“Fahriye Abla” şiiri, söz konusu filme fikir verir. Bu esin kaynağı, kurmaca hâline getirilirken sinema onu somutlaştırır. Şiirdeki imgeler, filmde ete kemiğe bürünür. Filmde Fahriye, tarihsel zemine oturtularak zaman ve mekân çerçevesinde ele alınır, şiirdeki imgeler hikâyeleştirilir ve boşluklar doldurulur. Fahriye, sinemanın olanaklarıyla şiirden esinlenerek toplumun ahlâk anlayışı doğrultusunda anlatılır.
[3]


[1] Atilla Dorsay, “12 Eylül Yılları ve Sinemamız” 
Bu eleştirir, Cumhuriyet Gazetesi’nin 21.12.1984 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
[2] Emel Koşar bknz (http://www.biyografya.com/biyografi/19241)
[3] http://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder